Beyin hücrelerimiz sürekli ölüyorlar mı?

İnsanoğlu ana rahmine fikir, embriyon halinde iken, hücreleri bölünerek çoğalmaya baslar. İleride vücudun hangi parçasının bir hücresi olacaklarını bilirler. Kısaca bir kısmı kas hücresi olarak gelişirken bir diğeri göz, sinir, vb. hücresi olmak suretiyle çoğalır.
Sinir sistemimizdeki nöron hücreleri ise anne karnında oluşumlarının son safhasına ulaşırlar, tüm yaşam süresince ulaşabilecekleri en fazlaca sayı olan bu oranda da bırakılırlar. Beynimizin milyarlarca hücresinin bu safhada oluşabilmesi için dakikada 2,5 milyon nöron meydana gelir.

Beyin hücreleri oluştuktan sonrasında ölünceye kadar sayı olarak artmazlar. Aslen vücudumuzda sonradan çoğalmayan başka hücreler de vardır. Fakat boyut olarak büyüyebilirler. Eğer vücudu geliştirmek için halter çalışılırsa, kaslar büyür fakat bu yeni kas hücrelerinin oluşması demek değildir. Mevcut hücrelerin boyutları büyümüştür. Emek verme bırakıldığında bu kaslar yine pörsüyebilirler.

Bir insan doğduğunda beyni 350 gram ağırlığındadır. Bir yaşlarında 1000 grama, gelişme tamamlanınca da nihai ağırlığına ulaşır. Beyin hücreleri daha anne karnında iken son şekillerini aldıklarına bakılırsa bu artış miktarı nereden geliyor diye sorulabilir. Burada da kas örneğinde olduğu benzer biçimde hücrelerin çoğalması değil büyümeleri söz mevzusudur.
20 yaşına erişince beyin hücrelerinde eksilme adım atar. Her gün ortalama 50 bin tanesi ölür. Bu sayı 60 yaşlarında günde 100 bin hücreyi bulur. 75 yaşına geldiğimizde tüm nöronların yüzde 10’unu yitirmiş oluruz. Doğal bu doğduğumuz ana oranla zekamızın yüzde 10 azaldığı anlamına gelmez. İnsan hayatında iyi beslenme, deneyim ve öğrenme benzer biçimde faktörler geriye kalan nöronların kapasitelerinin daha da gelişmelerini sağlarlar. Kısaca beyin ne kadar fazlaca kullanılırsa o denli iyi durumda olur.

Beynin oksijen tüketimi sabittir. Beyinde oksijenle beraber yalnız glikoz kullanılır ve bunların beyinde yedeği yoktur. Bu anlamına gelir ki, sinir hücrelerinin yaşaması her an için kan dolaşımının getireceği miktara bağlıdır. Oksijensizliğin ve kanda glikoz azalmasının yol açmış olduğu fena ve onarılmaz sonuçlar hatta beynin bazı bölümlerinin ölmesi bununla açıklanabilir. Beyindeki bu kan akımı vücudun öteki kısımlarına oranla bağımsızdır. Kalpten çıkan kanın ortalama beşte biri buraya gider.

Vücut ağırlığımızın yalnızca yüzde 2’sini oluşturan beynimiz, toplam enerji üretimimizin yüzde 20’sini tüketir. Bu enerjiyi kanın taşımış olduğu oksijen ve glikozdan alır. Kanımızdaki glikoz (kan şekeri) seviyesi düşerse ilkin acıkır ve huzursuz oluruz. Düzey daha da alçalırsa beyin faaliyetini azaltır, ikimiz de yarı baygın hale geliriz. Oksijen daha da yaşamsal bir ehemmiyet taşır. Oksijensiz kalan beyin hücreleri en fazla 5 dakika içinde ölürler. Beynin bir bölümünde kan dolaşımı duracak olursa, o bölgede hayatiyet sonlanır.

Spor yaparken kalp daha süratli çalışır, daha çok kan pompalar. Bu durumda beyne daha fazlaca kan gitmesi, dolayısıyla beynin daha iyi emek vermesi gerekmez mi? Hayır. Beyne giden kan miktarı hep aynıdır. Averaj bir kalp dakikada ortalama 5 litre kanı vücudun her tarafına pompalar. Bunun 750 mililitresi beyne giderken 600 mililitresi de bacakların diz altındaki kısımlarına gider. Spor yaparken kalbin pompaladığı miktar 17 litreye kadar çıkar. Bunun 14.000 mililitresi bacaklara giderken beyne giden miktar gene aynı, doğrusu 750 mililitredir.