Tohumları 1923’ten sonrasında atılan “Osmanlı düşmanlığı” bazı çevrelerde hâlâ revaçta. Osmanlı aleyhine en küçük bir kanıt kırıntısını habbeyi kubbe yaparak anlatanların aynı asırlarda Avrupa’daki çağdışı eğilimlerin üzerini örtmek için ellerinden geleni esirgemedikleri artık sır değil.Örnek olarak Takiyüddin Efendi’nin kurduğu rasathanenin ‘gerici din adamları’ tarafınca yıktırıldığını yazanlar –ki hadise esasen siyasîydi- aynı yıllarda Danimarka’da kurulan rasathanenin de yalnız 20 yıl yaşadığını ve Tycho Brahe’nin ölümünün peşinden yıktırıldığını niçin atlarlar? Attila İlhan’ın söylediği benzer biçimde “Türk aydını Türk değildir” de ondan.

16. yüzyıldan itibaren bilimsel gelişmelerin mutlak anlamda Avrupa/Batı eksenine oturtulduğu, kendi tarih ve kültürümüzün aşağılanıp ufak görüldüğü dönemler bitti. Başımızı kumdan çıkarma vakti. Bir zamanlar tarihe gömüldüğünü zannettiğimiz “Osmanlıları geri getirme” vakti. Hem baksanıza “geri gelirken” yanında neleri getiriyor? Unutturulan kimliğimizi, kültürümüzü, tarihimizi…1717 senesinde İstanbul’a atama edilen İngiliz elçisi E. Worthley Montagu’nun zevcesi Lady Mary Wortley Montagu Osmanlı topraklarından Londra’daki dostlarına mektuplar yazar ki, kültür ve hanım tarihimiz bakımından oldukça değerlidirler.

18. yüzyılın başlarındayız. Mektuplarında İstanbul’un ve Edirne’nin şiirsel güzelliklerini, yakından tanıma fırsatını bulmuş olduğu bayanları, örf ve âdetlerimizi en azından adam seyyahlardan daha dürüst bir halde yansıttığını söyleyebileceğimiz Lady Montagu, Edirne’den Sarah Chiswell adlı bir dostuna yazdığı 1 Nisan 1717 tarihindeki mektubunda gerçek neticelerini asla tahmin edemeyeceği bir işaret fişeğini İngiltere’ye yollayacaktır.

İşte bilim tarihinin bilinmeyen bir sayfasını aralayan 298 senelik o şaşırtan satırlar:

Aşıcı kocakarılar. “Eylül ayında, büyük sıcaklar geçince aile reisleri ailelerinde çiçek hastalığına tutulmuş kimse olup olmadığını öğreniyor ve birkaç aile bir araya toplanıyor. Sayıları 15-16’yı kabul eden topluluk aşıcı kocakarılardan birini çağırıyor. Hanım, ceviz kabuğuna doldurulmuş çiçek hastalığı icra eden maddeyi getiriyor ve aşısını hangi damardan açılmasını isterlerse o damarı bir iğneyle açtıktan ve iğnenin ucu kadar aşıyı buraya akıttıktan sonrasında yarayı bağlıyor ve üzerini de bir ceviz kabuğuyla pansuman ediyor. Tüm bu işlemler esnasında en ufak bir acı hissedilmiyor.”

Lady Montagu, aşı için bilhassa vücudun kapalı yerlerinin seçildiğini, aşılanan evlatların 8 gün geçtikten sonrasında sıtmaya tutulduklarını, sonrasında 2-3 gün yatakta yatıp oynamaya devam ettiklerini, vücutlarında çıkan kabarcıklar geçince hastalığı tamamen atlattıklarını ve bu aşının “her yıl binlerce çocuğa uygulandığını” yazıyor. Etkilenen Lady, faydasına tanık olduktan sonrasında kendi çocuğunu da aşılatır; netice şaşkınlık verecek denli başarılıdır.

Sonrasında “Vatanımı oldukça sevdiğim için aşının İngiltere’ye girmesini oldukça isterim” diyor ve ekliyor: “(İngiltere’deki) doktorların kendi menfaatlerini insanlığın iyiliğine feda edebilecek kadar fedakâr olabileceklerine inansam bunu onlara yazmaktan geri durmazdım. Tersine doktorları kızdıracağımı zannediyorum. Zira bu hastalık onlar için oldukça kazançlı bir iş. Sağ dönersem onlara karşı savaşma yürekliliğini gösteririm bir ihtimal.”

Lady Montagu Türkiye’de sokaktaki acuzelerin bile bilmiş olduğu bir aşıyı, 1717 senesinde, şu demek oluyor ki bizim saf saf ‘Bilimsel Devrim’ yapıldığına inandığımız bir dönemde İngiltere’deki “geri kafalı” doktorların hem bilmediklerini söylüyor, hem de onlara kabul ettirmekte karşılaşacağı güçlükleri konu alıyor.

Avrupa’da, hele İngiltere’de tedavisi bilinmeyen çiçek hastalığı o denli etkili olmuştur ki, insanların canlarını almakta, canlarını kurtarsalar yüz ve vücutlarında tahammül edilmez yaralar açmaktadır. Bunun bayanlar ve kızlar için ne büyük dert bulunduğunu tahmin edersiniz.

İngiliz doktorları  Lady’ye karşı..Mevcut Kraliçe II. Elizabeth’in İngiliz tahtında bulunmasının çiçek hastalığı yardımıyla bulunduğunu söylesem güler misiniz bilmiyorum. Meşhur tarihçi William H. McNeill “Plagues and Peoples” adlı kitabında Kraliçe II. Mary’nin 1694’de çiçek hastalığından öldüğünü, Kraliçe Anne’ın tek yasal varisi olan oğlunun da 1700 senesinde aynı hastalıktan ölmesi üstüne tahtın boş kaldığını ve Hannover’den Elizabeth’in büyükbabası George’un getirilip tahta oturtulduğunu yazar (Anchor Books, 1989, s. 223 vd.).

Demem o ki, çiçek hastalığı deyip geçmeyin, zamanı değiştirmiş bir hastalıktır ve Lady Montagu tam da bu sıralarda ortaya çıkarmıştır Türklerin aşısını.

Lakin Londra’ya döndüğünde bir çiçek hastalığı salgını şehri kırıp geçirir. Güç bela bir tabip bulur ve onu 3 yaşındaki kızına Türklerin yöntemiyle aşı halletmeye razı eder. Ufaklık paçayı kurtarırken öteki çocuklar onun kadar talihli değildir. Görülür ki aşı işe yaramaktadır fakat yaptırmaya bir türlü cesaret edemez ‘bilimsel İngilizler’. En iyisi derler, mahkûmları kobay olarak kullanalım. Özgür bırakılacaklarına söz verilir ve aşılar yapılır. Ne talihli mahkûmlardır ki hür olanlar patır patır ölürken onlar hem sağlıklarını korumuş hem de hürriyetlerine kavuşmuşlardır.

Yalnız bazı doktorlar ufaklıklara aşıyı yanlış zamanda uygularlar ve sonuçta bir kaç çocuk ölür. Bunun üstüne çiçek aşısı aleyhine kampanya adım atar. Papaz Edmund Massey “Tehlikeli ve günahkârane aşı uygulaması” başlıklı bir törende (8 Temmuz 1722) çiçek aşısından “şeytani bir uygulama” diye bahseder ve onu Tanrı’nın inayetini kesmekle ve günah ve ahlaksızlığı teşvik etmekle suçlar! Hatta Legard Sparham adlı bir cerrah “Çiçek aşısının uygulanmasına karşı sebepler” adlı bir kitapçık yazar ve çiçek yaralarına “zehir” akıtmanın saçma bulunduğunu savunur.

Lady Montagu ise Türkiye’de gördüklerini ayrı bir kitap halinde bastırmak ihtiyacını hisseder. Ek olarak torunu Louisa’nın anlattığına nazaran İstanbul’dan o denli büyük bilimsel cesaretle dönmüştür ki, Londra’da ev ev dolaşıp İngilizlere Türkiye’de gördüklerini anlatmış, hatta kızını da yanında götürüp onlarca kere İngiliz hanımefendilerin gözleri önünde aşılatarak aşının bir ziyanı olmadığını ispatlamak için çırpınmıştır (Kaynak: Abbas M. Behbehani, “The smallpox story”, Microbiological Reviews, December 1983, s. 463). Lakin Lady’nin halk, tabip ve papazlar tarafınca yolda yuhalatıldığını ve hatta taşlandığını bile biliyoruz.

Bunlar 1722 senesinde Londra’da yaşanıyor ve biz hâlâ Osmanlıya ‘geri kafalı’ muamelesi yapabiliyoruz, o şekilde mi? Utanç kaplamalı yüzümüzü, utanç!

Not: Rum kökenli bir Osmanlı doktoru olan E. Timoni’nin, Lady Montagu’nun mektubundan 8 yıl ilkin İstanbul’da uygulanan çiçek aşısı hakkında Latince bilimsel bir kitap bastırdığını ve bu kitabın Avrupa dergilerinde tanıtıldığını biliyor muyuz? Merak edenler bir zahmet Prof. Aykut Kazancıgil’in “Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji” adlı kitabına buyursunlar.