PARA DÜNYA/ ALEV RİGEL Günümüzden 69 bin ya da 77 bin yıl önce, Endonezya’nın Sumatra adasındaki Toba yanardağı öyle şiddetli patladı ki, neredeyse insanlığın sonunu getirecekti (Bu patlama, son yüz bin yılın en büyük felaketi olarak gösteriliyor). 9.5 trilyon ton kül, atmosfere yayılmış, Asya’da milyonlarca kilometrekarelik toprağı, 3-10 cm kalınlığında külle, adeta yorgan gibi kaplamıştı. Dünya, onlarca yıl sürecek bir volkanik kışa girmiş, canlı türleri neredeyse yok olmanın eşiğine gelmişti. Yeryüzünde on binden az insanın (ya da beş bin çiftin) canlı kaldığı tahmin ediliyor. İnsan neslinin tehlikede olduğu bir dönemde en az etkilenen topraklar, Afrika’daydı. Çünkü bu kıtada, bazı canlı grupları arasındaki genetik farklılıklar çok daha fazlaydı. İnsanoğlu yaşam savaşı verdi ve günümüze kadar milyarlarla çoğaldı.

1980’lerde Bağdat Üniversitesi’nden bir grup bilim adamı, Fırat’ın doğu yakasında önce Sümer, sonra Babil kasabası olarak bilinen Sippar’da harap olmuş, çoğu kumların içine gömülmüş çok eski bir kütüphanede kazı çalışması yapıyordu. Çamurdan yapılmış tabletler üzerine yazılı 400 kadar kayıt buldular. Üç bin 500 yıllık bu tabletler, dönemin dünya nüfusuyla, insanlığın çoğalmasıyla ilgili bilgiler veriyordu. Bugün her milletten bilim adamları bu bilgileri hala tartışıyor. Nüfus o yıllarda bile önemliydi. Üstelik, tarihi kayıtlarda ilk kez olarak “aşırı nüfus” tartışmalarına rastlanmıştı. Dünya nüfusu, 27 milyon ya da 50 milyon olmalıydı. Bugün Kamerun ile Güney Kore’nin toplam nüfusu kadar. Ya da 2020 dünyasının binde 3’ü ya da binde 6’sı kadar.

“GEZEGENİMİZ İÇİN YÜK”

Yakın geçmişten bir örnek vermek gerekirse MS 200’de Kartacalı yazar Tertullian, dünya nüfusunu 190 milyonla 256 milyon arasında olduğunu tahmin etmişti. Tertullian, “Dünyanın her yeri keşfedilmiş durumda. İnsanlar, gezegenimiz için yük olmaya başladı. Doğa, bu kadar nüfusu destekleyemez” demişti.

Bugün, Toba felaketindeki nüfustan 800 bin kez daha fazlayız. Dünyanın her yerindeyiz. Hem en derinde hem en yüksekte. Bilim adamları, 11 bin metre ile dünyanın en derin deniz dibinde çöpler buldular. Mariana Çukuru’ndan söz ediyoruz. Bu çukura ilk kez 1960 yılında inilmişti. İsviçreli bilim adamı Jacques Piccard ve ABD donanmasından Donald Walsh, Trieste adlı batiskafla üç saat 15 dakikada bu çukura inmiş, toplamda beş saat su altında kalmıştı. ABD’li sualtı kaşifi Victor Vescovo, 13 Mayıs 2019’da aynı çukura indi ve orada plastik torbalarla şeker ambalajları buldu.

İZİMİZİ BIRAKMADIĞIMIZ YER YOK

Sadece derinlerde değil, yükseklerde de insan izine rastlıyoruz. Dünyanın en yüksek tepesi Everest’te dağcıların bıraktığı, insan yapımı kimyasallar görmek mümkün. Boş oksijen tüpleri, yiyecek paketleri ise sıradan çöpler. Bunlar, daha yıllar boyu orada kalacak. Çöpleri toplamanın bir yolu bulunana kadar. Everest yolunda, sadece çöpler yok. Donarak ölmüş dağcıların cesetleri de var. Onları aşağıya indirmek imkansız. Ulaşamadığımız ya da izimizi bırakmadığımız hiçbir yer yok gibi.

1994 yılında dünya nüfusu 5.5 milyar iken, ABD’nin ünlü üniversitelerinden Stanford’da, bir araştırma yapıldı. İnsanlığın rahat bir yaşam sürdürebilmesi için dünya nüfusunun 1.5-2 milyar civarında olması gerektiği hesaplandı. Günümüzde bu hesaplar hala yapılıyor. Fazla nüfusla yaşamanın, kaynakları paylaşmanın yolları aranıyor. Kesin bir sonuca varılamadığı gibi doğru yöntemi bulmak için de zaman daralıyor.

10 BİNDEN 8 MİLYARA…

* Dünya nüfusu, 1987’de tüm zamanların rekorunu kırarak beş milyona ulaşmıştı. İki yıl sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda “Dünya Nüfus Günü” belirlendi. Amaç, nüfus artışının getirdiği sorunlara dikkat çekmekti.

* Gelişen bilgisayar ve internet dünyasında bir “dünya nüfus sayacı” (Worldometers) oluşturuldu. Sayaç, 2020’nin temmuz ayında 7.8 milyarı gösteriyordu. Halen sekiz milyarı geçen bir nüfusa sahibiz.

* 1980’de “Tek Çocuk” politikası izlemesine rağmen Çin, yıllarca, dünyanın en kalabalık ülkesi unvanını hiçbir ülkeye kaptırmadı (Bu yıl Çin’in nüfusunun azalmakta olduğu açıklandıysa da önemli bir rakam değil. 2100 yılında nüfusunun yüzde 50 azalacağı tahmin ediliyor). Halen 1.4 milyar olan Çin’i, 1.3 milyarla Hindistan izliyor. Ama 2024 yılında Hindistan, Çin’i geçecek. İki ülke, toplamda dünya nüfusunun yüzde 37’sini oluşturacak.

* 2100 yılında dünyanın en kalabalık on ülkesi şöyle olacak:













Hindistan

1.5 milyar

Çin

1.0 milyar

Nijerya

794 milyon

ABD

447 milyon

Kongo

379 milyon

Pakistan

352 milyon

Endonezya

306 milyon

Tanzanya

304 milyon

Etiyopya

250 milyon

Uganda

214 milyon

* Afrika’nın 2050 yılındaki nüfusu, 2017 seviyesinin iki katına çıkacak. Tablodan da görüldüğü gibi 2100 yılında dünyanın en kalabalık olacak on ülkesinden beşi Afrika’da.

* Dünyanın en kalabalık kenti, 37 milyonla Tokyo. Onu 29 milyonla Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi takip ediyor. Üçüncü sırada ise Çin’in Şanghay kenti yer alıyor: 26 milyon. Eski Yunan’da filozof Platon, ideal kent nüfusunun beş bin kişiyi geçmemesi gerektiğini söylemişti. Platon aynı zamanda, nüfus artışıyla ilgili olarak, “Mesele, insan nüfusu mu, yoksa tükettiği kaynaklar mı” sorusunu ortaya atan kişiydi.

* En az nüfus, Vatikan’da. Binden az. Ama aynı zamanda dünyanın en küçük ülkesi. Yüzölçümü sadece 0.44 km2.

* Birleşmiş Milletler’e göre kadın nüfusu en yüksek ülke, Hindistan’ın kuzeyindeki Nepal. Bu ülkede kadınlar, nüfusun yüzde 55’ini temsil ediyor. Hong Kong’da da bu oran, yüzde 54’e çok yakın.

* En ilginç nüfusa sahip ülke, ne Çin’dir ne Hindistan. Hiçbir ülke bu konuda Yeni Zelanda’nın eline su dökemez. Ülkede insan nüfusu 5.1 milyon, koyun nüfusu 25.3 milyon. Kişi başına beş koyun düşüyor (Diğer küçük baş hayvanları ve büyük baş hayvanları saymıyoruz bile). 8 bin 200 Yeni Zelanda Doları ortalama gelire karşın etin kilosu 11 dolar. Ortalama gelirli her Yeni Zelandalı, en az 745 kilo et alabilir.

* Yine Birleşmiş Milletler verilerine göre dünyanın herhangi bir yerinde her dakika 265 bebek doğuyor. Bu da nüfusa her yıl 140 milyon katkı demek.

* Dünyamızın mevcut nüfusu da hızla yaşlanıyor. 1970’te gençlerin nüfustaki payı, yaşlılardan fazlaydı. 2050’de bu oran, tamamen değişecek. 60 yaş üzeri nüfusun payı, yüzde 12 iken, yüzde 22’ye çıkacak.

* Ortalama ömür ise yükselişte olacak. 2010-2015 arası ortalama ömür dört yıl artarak 69’dan 73’e çıktı. 2045-2050 arasında 78 yıl olacak (Bu süreler, kadın-erkek karma rakamlar. Kadınlar daha uzun yaşıyor). Günümüzde gelişmiş ülkeler, çok daha yüksek yaşam sürelerine sahip. Ama biz dünya ortalamasından söz ediyoruz.

* Avrupa Birliği bölgesinde en uzun yaşam, 84 yılla Fransa’nın Korsika adasında. Onu 83.9 yılla, İspanya’nın Balear Adaları izliyor. Üçüncü ise 83.8 yılla Yunanistan’ın Epirus bölgesi.

* Avrupa nüfusu ise şimdiden geriliyor. 2050’de Avrupa, dünyanın en az nüfusa sahip kıtası olacak. Yine BM’ye göre Avrupa’nın yüzde 2.1’lik doğum oranı, kıta nüfusunu destekleyecek bir oran değil. Bazı ülkelerde, doğumu teşvik edecek ikramiye, izin ve kolaylıklar sunuluyor. Birleşik Krallık’ta çocuksuz ailelerden vergi alınması bile gündemden düşmüyor. Ama diğer ülkelerden gelen göçmenler, Britanya’yı bu sorundan kurtarıyor.

* Avrupa’da nüfus geriliyor ama dünyanın nüfusu en yoğun ülkesi, Avrupa’da. Üstelik en zengin ülkesi Monako’da. Kilometrekarede 25 bin 500 kişi yaşıyor. Kıtanın nüfus yoğunluğu en az ülkesi mi? İzlanda.

* Hindistan’da İngilizce konuşan 125 milyon nüfus, Birleşik Krallık nüfusundan çok daha fazla. Birleşik Krallık, 67.4 milyon.

* 2050’de dünya nüfusunun üçte ikisi kentlerde yaşıyor olacak. Bugün bu oran, yüzde 55. 2050’de yüzde 68’e çıkacak. Kentleşme en çok, Hindistan, Çin ve Nijerya’da görülecek.

* Nüfus artışının başlıca nedeni, eğitimsizlik. Dünyada her kadının, çok değil, orta okul eğitimi alması halinde bile bugün global nüfusun üç milyar daha az olacağı hesaplanıyor.

* Dünyanın az gelişmiş 48 ülkesinin, nüfus artışında büyük rolü olduğu biliniyor. Aşırı yoksulluk, bilgisizlik, hatta ırk ayrımı bile dünya nüfusunun bu ülkelerde kontrolsuz biçimde artmasının sebepleri.

* Afrika’da Sahra Çölü altında kalan yoksul ülkelerde kadınların, hamilelik sırasında hayatını kaybetme oranı, 19’uncu yüzyıl İngiltere’sindeki ölümlerden bile daha fazla. Bunu, İngiliz yazar Charles Dickens’ın, “Oliver Twist” romanından öğreniyoruz.

* Sahra altı ülkelerde, her 100 bin doğumda 510 kadın, hamilelikle ilgili komplikasyonlardan hayatını kaybediyor. Dünya genelinde ise 800 kadın. Gelişmekte olan ülkelerde 225 milyon kadın, hamilelikten korunmaya çalışıyor. Fakat nasıl korunacağını bilmiyor.

* BM tahminlerine göre bu yüzyılın sonunda dünya nüfusu, yedi milyar da olabilir, 17 milyar da. Her yıl daha çok kadın, gönüllü aile planlamasına katılıyor. 1970’lerde az gelişmiş ülkelerde kadın başına 4.5 çocuk düşerken, günümüzde bu rakam 2.5 çocuk. Ama dengeler değişebilir. Bir kıyaslama yapmak gerekirse Avrupa Birliği üyesi ülkelerde rakam 1.5. Singapur’da bu rakam daha da düşük: 1.1.

* Birleşmiş Milletler’e bağlı Gıda ve Tarım Teşkilatı FAO (Food and Agriculture Organization), yaptığı araştırmada, dünya topraklarının yüzde 38’inin tarıma elverişli olduğunu belirledi. Ancak tamamının ekilip biçilmesi halinde en fazla kaç insanın doyurulacağı konusunda bilgi vermedi.

* Nüfusla ilgili en ciddi araştırma, Malthus’a aittir. Çok tartışılan teorisinde; insan nüfusunun geometrik (2,4,8,16,..), insanı besleyecek besin maddelerinin ise aritmetik (1,2,3,4,5,…) arttığını, bu nedenle insanlığın aç kalmasına engel olduğundan yoksulluğun olumlu bir durum olduğunu savunmuştu. Yoksul ailelerin çocuk sayısını ekonomik imkanlarına göre sınırlandırmaları, doğumun da denetim altına alınması gerektiğini ileri sürmüştü. İngiliz papazı olan Thomas Robert Malthus (1766-1834), teorisini 1789 yılında, “Toplumun Gelecekteki Gelişmesini Etkileyen Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme” (An Assay on the Principle of Population as it Affects the Future Improvement of Society) adlı kitabında yayınlamıştı. O yıllarda dünya nüfusu, 800 milyondu.