Evrendeki bir çok metalin patlayan ölü yıldızlardan geldiğini düşündüğümüzde, bilim adamları ortaya çıkan ilk yıldızların neredeyse tamamen hidrojen ve helyumdan oluşması icap ettiğini iddia ediyor. Şu sebeple Büyük Patlama’da oluşan ilkel maddelerin bir çok bu iki elementten oluşuyordu.

Bu açıkçası iyi bir düşünce. Sadece problem şu ki, kimse daha ilkin bu tür bir yıldızı görme şansına erişemedi.

Sadece James Webb Uzay Teleskobu’nu kullanmakta olan NASA, ESA ve Kanada Uzay Ajansı üyelerinden oluşan bir ekip, bu mevzuda bir ipucu yakalamış olabilir. Kısa sürede araştırdıkları ve 13.8 milyar yaşındaki evrende bir tek 430 milyon yaşlarında olan GN-Z11 adlı galaksinin çevresinde yer edinen halkada yoğunlaşmış bir helyum alanı buldular. Saygı duyulan bilim dergisi Astronomy & Astrophysics‘te yayınlanacak olan araştırma, kim bilir çağıl astrofiziğin en mühim keşiflerinden birine yol açabilir.

Cambridge Üniversitesi’nden araştırmanın başındaki Roberto Maiolino’ya bakılırsa helyum haricinde başka bir şeyin görünmüyor olması, bu alanın tamamen “saf” olduğu anlamına geliyor.

Teorilere bakılırsa bilim adamlarının bu tür yığınların, evrenin erken döneminden devasa galaksilerin çevresinde bulması bekleniyordu. Maiolino’ya bakılırsa bu saf gaz kümeleri çökerek, evrenin erken döneminde bir tek gazdan oluşan ) yıldızlar olan Popülasyon III tipi yıldız kümelerini oluşturuyor.

Popülasyon III tipi yıldızların, metaller oluşmadan ilkin (E.N.: “Metal”, astronomi terimi olarak helyum elementinden daha ağır olan tüm elementler anlamına geliyor.) bir tek bu ilk elementlerden oluşan kuramsal yıldızlar anlamına geldiğini de belirtelim. Bu yıldızların oldukça devasa, parlak ve sıcak olduğu düşünülüyor.

Bilim adamları, evrenin erken dönemlerinde varolmuş oldukça uzak bir galaksi olan GN-z11’in çevresinde, ilk nesil yıldızların varlığı için kanıtlar buldu.
Fotoğraf: NASA / ESA / CSA / STScI / Brant Robertson / Ben Johnson / Sandro Tacchella / Marcia Rieke / Daniel Eisenstein

Bu yıldızların “Popülasyon III” olarak nitelendirilmesinin öyküsünü de şu şekilde açıklayalım: 1940’lı yıllarda yıldızlar iki ana kategoride inceleniyordu. Metal bakımından varlıklı olanlar ve olmayanlar. Sadece “varlıklı olmayan” yıldızlarda bile, Büyük Patlama’dan kalan ilkel gazdan daha çok metal olduğu ortaya çıktı.

Astronomlar bundan dolayı hemen hemen “görülememiş” bir üçüncü tipte yıldız popülasyonu bulunduğunu düşünmeye başladı. Bu yıldızların tamamen Büyük Patlama’dan kalan materyallerden oluştuğu düşünüldü.

Yıldız çekirdeklerini aslına bakarsak “element fabrikaları” olarak düşünebiliriz. Örnek olarak vücudumuzda ve Dünya’daki canlı yaşamın birçoğunda bulunan karbon elementi, yıldızların çekirdeklerinde üretiliyor. Peşinden bu yıldızlardan bazıları süpernova olarak patlıyor ve evrenin dört bir yanına bu elementleri dağıtıyor. Kemiklerimizdeki kalsiyum, kanımızdaki demir şeklinde elementlerin tüm kökeni de bu yıldız çekirdekleri.

James Webb Uzay Teleskobu, evreni oluşturan ilk yıldız ve galaksileri incelemek amacıyla inşa edildi.
Görsel: NASA GSFC / CIL / Adriana Manrique Gutierrez illustration

Astronomi alanında “uzağa bakmak” tam anlamıyla “geçmişe bakmak” anlamına geliyor. Şu sebeple ışık ve öteki türde radyasyonun bizlere yetişmesi zaman alıyor. James Webb Uzay Teleskobu da kızılötesi dalgaboylarındaki görünmeyen ışığı tespit edebildiği için, evrenin oldukça erken dönemlerini inceleyebiliyor. Kısacası görünen ışık, uzayda bulunan toz ve gazdan dolayı giderek sönümlenirken, kızılötesi ışık bu engelleri aşabiliyor.


Elisha Sauers’ın haberini Özgür Yıldız Türkçeleştirdi.