Bilim adamları Güneş Sistemi’nde gezegenlerimizin ötesindeki derin uzayda doğrusu meşhur “sahipsiz topraklar” denen bölgede beklenmedik bir aktivite tespit etti. Plüton şeklinde buzla kaplı dünyaların yaşamış olduğu ve Güneş Sistemi’nin çoğunu çevreleyen halka şeklindeki bu uzak bölge Kuiper Kuşağı olarak biliniyor.

Şimdiye kadar 400 gezegenimsi gök taşı bulunan bu kuşakta çapı 100 km’den büyük minimum 70 bin gök cismi olduğu varsayılıyor. James Webb Uzay Teleskobu, bununla beraber milyonlarca donmuş doğrusu “ölü” nesnenin de bulunmuş olduğu bu bölgeye bir bakış attı ve bu buzlu nesnelerin bazılarının “o denli da ölü olmadığını” tespit etti.

Southwest Research Institute bünyesinde bu buzlu dünyaları araştıran bilim insanı Christopher Glein, yapmış olduğu açıklamada “Bu serin yerlerde sıcak zamanların garip işaretlerini görüyoruz” ifadelerini kullandı.

Daha ilkin Satürn’ün uydusu Enceladus hakkında bir araştırma gösteren Glein, bilimsel nitelikli gezegen bilimi dergisi Icarus’ta gösterilen Kuiper Kuşağı cisimlerine yönelik araştırmaya da öncülük etti.

Bilim adamları, Dünya’dan 1.6 milyon km uzakta yörüngede bulunan Webb teleskopunu malum en büyük iki Kuiper Kuşağı nesnesi olan Eris ve Makemake üstünde eğitti. JWST, uzak dünyalardaki değişik türden element yada molekülleri (su ya da karbondioksit şeklinde) tespit edebilen hususi kameralarla donatılmış fazlaca yetenekli bir teleskop…

Araştırmanın sonucunda buldukları şey ise bir sürprizdi. Kuiper Kuşağı’nın buzlu küreleri ve nesnelerinin, erken Güneş Sistemi’nin iyi korunmuş ilkel kalıntıları olduğu düşünülüyor. Sadece Glein, Eris ve Makemake’nin (sırasıyla averaj 9.6 ve 6.4 milyar km uzakta bulunan) yüzeylerinde tanımlanan donmuş metanın, bu moleküllerin daha kısa sürede “piştiğini” gösterdiğini açıklıyor. Bu tespit, söz mevzusu buzlu kabukların altında sıvı yada gazı yüzeye itme kapasitesine haiz sıcak iç kısımların varlığına işaret ediyor. Görece yeni metan yatakları, aşağıdaki grafikte gösterildiği şeklinde (Jüpiter’in yörüngesindeki Europa şeklinde buzlu aylara benzer bir halde) bu dünyaların potansiyel olarak okyanusları bile barındırabileceğini düşündürmekte.

Glein bu durumu “Sıcak çekirdekler bununla beraber buzlu yüzeylerinin altındaki potansiyel sıvı su kaynaklarını da işaret ediyor olabilir” şeklinde açıklıyor.

Eris ve Makemake’nin merkezlerine yakın bir ısı kaynağının okyanusu iyi mi besleyebileceğini ve elementleri yüzeye iyi mi itebileceğini gösteren bir grafik.
Grafik: Southwest Research Institute
İki cüce gezegen Eris ve Makemake’nin iyi mi gözükebileceğine dair bir konsept emek vermesi.
Görsel: Southwest Research Institute

Milyarlarca kilometre uzaktaki bu donmuş dünyalardan bazılarının, yaşamın potansiyel olarak gelişmesi için uygun koşulları barındırabilmesi bile olasılık dahilinde sadece hemen hemen buna dair kati bir kanıt yok.

Kim bilir bu kozmik sınırlara doğru bir vazife gerçekleştirmenin zamanı gelmiştir. Sonuçta, NASA’nın Plüton’a (ve ötesine) yönelik Yeni Ufuklar misyonu, buzullar ve su buzundan oluşan dağlar da dahil olmak suretiyle çeşitlilik içeren topoğrafyaya haiz karmaşık bir dünyayı ortaya çıkardı.

Glein, “Yeni Ufuklar’ın Plüton sisteminin tanıdığından geçmesinin peşinden bu keşifle beraber Kuiper Kuşağı, dinamik dünyalara ev sahipliği yapma açısından hayal edebileceğimizden oldukca daha canlı bir hale geliyor” diyor ve ekliyor:

“JWST verilerini jeolojik bir bağlama yerleştirmek için bu cisimlerden bir başkasının yanından uçmak suretiyle bir uzay aracı göndermeyi düşünmeye adım atmak için oldukca erken değil. Bizi bekleyen harikalar karşısında şaşkına döneceğimize inanıyorum!”

Güneş Sistemi’nde Neptün’ün yörüngesinin ötesindeki Kuiper Kuşağını gösteren bir grafik.
Grafik: NASA

James Webb Uzay Teleskobu’nun öne çıkan kabiliyetleri neler?

NASA, ESA ve Kanada Uzay Ajansı arasındaki bilimsel işbirliğinin bir sonucu olan etkisi altına alan JWST derin kozmosa göz atmak ve erken evren hakkında yeni bilgiler ortaya çıkarmak için tasarlandı. Fakat bununla beraber sistemimizdeki gezegenler ve uydularının yanı sıra galaksimizdeki ilgi çekici başka yıldızlar ve gezegenleri de inceliyor.

Peki Webb, benzersiz başarılara iyi mi ulaşıyor ve muhtemelen onlarca yıl süresince ulaşmaya devam edecek?

Dev ayna: Webb’in ışığı yakalayan aynası 6.40 metre genişliğinde ki bu Hubble’ın aynasından iki buçuk kat daha büyük. Daha çok ışık yakalayabiliyor olması Webb’in daha uzaktaki cisimleri görmesini sağlıyor. Teleskop 13 milyar yıl ilkin -Büyük Patlama’dan yalnız birkaç yüz milyon yıl sonra- oluşan yıldızlara ve galaksilere dahi bakabiliyor.

Kızılötesi görüntüleme: Hubble’ın aksine Webb bir kızılötesi teleskop, doğrusu kızılötesi spektrumda görüntü elde edebiliyor. Kızılötesi daha uzun dalga boylarına haiz ve kozmik bulutların arasından daha kolay geçiyor. Böylece Webb, Hubble’ın ulaşamadığı noktalara erişebiliyor ve asla görülmemiş kozmik görüntüler sunuyor.

Uzaktaki ötegezegenleri gözlemleyebiliyor: Webb teleskobunun bu uzak alemleri kavrayışımızda çığır açacak spektrometre adında olan hususi bir ekipmanı bulunuyor. Bu cihazlar ister bir gaz devi ister ufak kayalık bir gezegen olsun, uzak ötegezegenlerin atmosferinde hangi moleküllerin (su, karbondioksit ve metan şeklinde) bulunduğunu deşifre edebiliyor. Webb, Samanyolu’ndaki ötegezegenlere bakacak. Kim bilir ne bulacağız?

Astrofizik Merkezi-Harvard & Smithsonian’da ötegezegen araştırmacısı ve astrofizikçi olan Mercedes López-Morales, 2021’de Mashable’a “Asla düşünmediğimiz şeyleri öğrenebiliriz” demişti.

Gökbilimciler şimdiden 700 ışıkyılı uzaklıktaki bir gezegende ilgi çekici kimyasal reaksiyonları başarıya ulaşmış bir halde buldular ve yukarıda açıklanmış olduğu şeklinde gözlemevi evrenin en oldukca dört gözle beklenen yerlerden birini incelemeye başladı: TRAPPIST güneş sisteminin kayalık, Dünya büyüklüğündeki gezegenleri…


Mark Kaufman, Mashable’da editör / Metin Aktaşoğlu tarafınca Türkçeleştirildi