Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın üstlendiği 1986 yılında yapılmış Asiye Iyi mi Kurtulur? aslen Nitelik Öngören’in 1969’da yazdığı aynı adlı tiyatro oyununun beyazperdeye uyarlaması. 60’larda dünyayı sallayan Brechtyen, epik tiyatro akımının bir örneği olarak da ifade edilebilecek oyun aslen Türkiye’nin gerçeklerini değişik bir bakış açısıyla, başka bir yere bakarak ve seyirciyi de oraya bakmaya zorlayarak ortaya koyuyordu.

Bilhassa Müjde Ar, Ali Poyrazoğlu ve Hümeyra’nın şahane oyunculukları -ki Hümeyra performansıyla Altın Portakal’da En İyi Destek Hanım Oyuncu ödülüne layık görülmüştü- dikkat çekerken filmin müzikal ögeleri de barındıran, film içinde film/oyun içinde oyun yapısı sebebiyle Atıf Yılmaz da övgülerin aslan payını hak ediyor.

Kelime oyunundan fazlası

Sadece söz mevzusu filmi bu yazıya mevzu etmemin sebebi rahat bir kelime oyunuyla Asiye’nin yerine Dilber’i koymaktan ibaret değil. Tiyatrocu ve sinemacı Yılmaz Erdoğan için uğranması olası bir durak Asiye Iyi mi Kurtulur? sadece koşul da değil normal olarak. Hatta bir kısım bu yaklaştırmayı zorlama bile bulabilir fakat öyleki olmadığı görüşündeyim.

Zira İnci Taneleri’ndeki neredeyse her karakter, oyunda ve Atıf Yılmaz’ın versiyonunda olduğu benzer biçimde toplumun sert önyargılarıyla karşı karşıya kalmakta. Bu önyargıların insanların hayatlarında açmış olduğu derin yaraları görüyoruz.

Bu aşamada Dilber ise fazladan hususi bir yerde duruyor. Savrulduğu yaşam en sonunda onu ölümle burun buruna da getirdi. Dizinin 6. bölümünün final dakikalarında Dilber’in maruz kalmış olduğu baskının ve ruhsal şiddetin iyi mi fizyolojik bir şiddete de dönüştüğünü gördük. Bu doğal olarak beklenmedik değildi zira Zahir’e (Mustafa Yıldıran’ın da takdire şayan performansıyla) bakınca bu şekilde küçük bir ihtimal canlanıyor.

Zahir ve ‘batın olamamak’

Kısaca aslen Zahir adı de bir rastlantı değil. “Görünen, aşikar olan” ve Paulo Coelho’nun aynı adlı romanında ifade etmiş olduğu benzer biçimde “görünmez olamayan” anlamına geliyor Zahir. Gene “gördüğümüz” kadarıyla Zahir de Dilber’in hayatında “görünmez doğrusu ‘batın’ olamıyor.”

Her ne kadar Dilber, “Batınım sen oldun zahirim sensin / Evvelim sen oldun ahirim sensin” dese de Dilber ile Azem arasına duvarı çeken de ikisinin içinde “batın” olamayan da Zahir.

Aslına bakarsak dizide ikili lişkiler tam da bu batın olamayan gerçekler ve duvarlar üstüne kurulmuş durumda. Dilber-Azem, Azem-Piraye, Azem-Özgür hatta Hatice ve sevgilisi, Zerre ve Yıldız, İzzet ve çevresindeki hepimiz… Ve normal olarak son olarak Tabip Elif ve Özgür.

Burada Azem-Piraye ikilisine dönmeden ilkin Elif ve Özgür’e uğramak gerek. Özgür bir halde doktoru Elif’i ‘date’e çıkmaya ikna etti sadece ikilinin buluşmasında söyleşi öyleki bir akmadı ki benim benzer biçimde pek oldukça izleyiciyi de ‘cringe’ basmış olmalı… Elif’in açmış olduğu ve oldukça iyi bir “köfteyi iyi yapıyor olduğumuz için mi bu kadar köfte yiyoruz” tespiti de içeren oldukça gerçek söyleşi Özgür’ün boş bakışları içinde sönümlendi. Burada aslen Özgür’ün gerçek bir hayatta var olabilmesi için oldukça adım atması icap ettiğini anlıyoruz.

Elif karşısında -evet, birazcık da heyecandan- neredeyse anlamlı bir cümle dahi kuramayan Özgür efendi (!) iş racon kestiği rakiplerine toplumsal medyadan bildiri vermeye erişince takır takır döktürüyor! Bu da aslen günümüzün korkulu gerçekliğini gözler önüne seriyor… Buluşma esnasında Özgür’ün ağzından kaçırılmış olduğu “İkincisi (almış olduğu ilk kurşun yarası) oldukça eskidendi” sözü ise gelecek bölümlerde çözülecek bir düğüme işaretçi olabilir.

“Düğüm”den düğmeye sonrasında da Piraye-Azem ilişkisine dönelim! Mehmet Güreli’nin Uçurtma’sını bilmeyen cazcı mı olur Piraye Hanım?! Ceylan Ertem, Cihan Mürtezaoğlu versiyonunu bilmiyor olması anlaşılır sadece bu topraklarda yaşayan bir caz dinleyicisinin Mehmet Güreli’nin çok önemli albümü Odamda Seyahat’u bilmemesi olacak iş değil! (Piraye’nin caz yolculuğunun takipçisiyim!) Aslına bakarsak Piraye’nin toplumdan ne kadar kopuk olduğuna bir kez daha bu şekilde tanıklık ettik.

Dilber’in savruluşu Çoci’nin otelde ve müzikholde “kuramsal olarak” kabul görmeyişi ile de resmediliyor.

Fakat sorun bu değil. Piraye Hanım’ın hakkını vermek gerek zira en azından Azem’in görüşlerine ve tavsiyelerine açık bir karı. Aslolan sorun, geçen bölümdeki Dilber ile Azem arasındaki “dost” polemiğinin aslen Azem nezdinde kaba da olsa gerçeklik payının bulunması. Dilber ne kadar Azem’in “dostu” olmaktan, öyleki görülmekten çekiniyorsa Azem de Piraye’nin “dostu” olarak görülmekten çekiniyor. Ve aslen söylenemeyen gerçekler Azem’i, Dilber’in konumuna getiriyor.

Dilber iyi mi evli ve çocuklu bulunduğunu Azem’den sakladıysa Azem de Piraye’den acı mazisini saklıyor. Kim bilir Azem’in Dilber’e “fena davranmasının” altında yatan sebeplerden biri de budur. Zira Dilber’in Azem’den saklamış olduğu gerçek oldukça süratli ortaya çıktı. Azem de Dilber de her ikisinin çevresi de olup bitenin bilincinde ve Dilber’e hak verir konumda. Azem ise saklamış olduğu gerçeğin Piraye’de iyi mi bir tesir yaratacağını azca oldukça tahmin ediyor.

Piraye’nin dünyasında Azem’inki benzer biçimde bir geçmişin kabul görmesi için birebir empati gerek. Kısaca ailenin benzer bir travmayı yaşamış olması lazım. (Kim bilir…) Ya da Piraye’nin kör kütük aşık olarak Azem’in sırrına ortak olması… Azem’in kendi gerçekliğini doğrusu Hande’yi kimin öldürdüğünü ortaya koymadan kabul görmesi oldukça zor.

Dilber ve savrulduğu yaşam ile Azem şu anki durumlarıyla, “bu sistem içinde” tıpkı Asiye benzer biçimde “kurtulamazlar” maalesef.

Bunu Çoci üstünden de görüyoruz. Çoci teoride hiçbir yere kabul edilmese de pratikte kuralları hatırlatanların rahat ve kaba göz yummalarıyla varlığını sürdürüyor. Aynı Dilber benzer biçimde.

Son olarak adeta Godot’sunu bekleyen İzzet’e (Furkan Rıza Demirel) de bir merhaba vermek gerek. Zerre için “Benim imtihanım da bu” diye düşünen gene Zerre’ye “Kimi zaman yaşamı senin kadar idrak etmek oldukça güzel olurdu” diyen ve işi düşmediğinde Azem de dahil hepimiz tarafınca görmezden gelinen kazıbilimci İzzet, çevresindekiler için samimiyetle üzülüyor, onların yardımına koşuyor. Tüm itilip kakılmaları bir yana Azem ve Dilber yüzünden dayak da yiyen İzzet’in hakkının ödenmesi gerek… Karşılıksız vermenin öneminden bahsediyorsunuz Azem Hocam birazcık arkeoloji konuşun lütfen şu çocukla!