[ad_1]

class=”medyanet-inline-adv”>

Tulsi Vagjiani, 10 yaşındaydı ve haftalardır hastanede tedavi görüyordu. Doktorları nihayet yeterince iyileştiğine karar vermiş olacak ki, yüzündeki sargıların çıkarılabileceğinin müjdesini verdiler ona.

Küçük kız nihayet bandajları açıldığında hemşirelerden bir ayna istedi. Yüzünün son halini görmek istiyordu. Derin yanıkları olduğunu zaten biliyordu ama hemşirelerin tavrına bakılırsa yüzünü görmesini pek istemiyor gibiydiler. Vagjiani, “Tüm doktorlar ve hemşireler, ‘Galiba görüntüsünün nasıl olduğunun farkında değil’ der gibi birbirine bakıyordu” diye anlatıyor o dakikaları.

Bu gönülsüzlük nedeniyle kafası biraz karışmıştı ama kendisine sorsalar değişmiş gibi gelmiyordu: “Her zamanki Tulsi’ydim – gösterişçi, gürültücü, öz güvenli…”

“Ne kadar kötü olabilir ki?” diye düşünüyordu. Ama aynayı eline alıp yüzüne baktığında şaşkınlığa uğramadan edemedi: “Birileri o yüzü aynaya çizmiş diye düşündüm çünkü o ben değildim. Ama sonra aynadaki kişiye bakarken, gözlerinin ve ağzının kıpırdadığını fark ettim ve gerçeği anladım: Bu benim…”

Bu olay şimdi 42 yaşında olan Vagjiani’nin kaderini de belirledi. Yaşadığı bu inanılmaz trajedi, kadının bir motivasyon koçu ve konuşmacısı olmasının yolunu açtı. Bugün Vagjiani’nin en mutlu olduğu anlar okullarda öğrencilere konuşma yaptığı zamanlar.

class=”medyanet-inline-adv”>

BAGAJLARI KAYBOLDU, PLANLARI ALTÜST OLDU

Hastaneye dönersek, Tulsi’yi tedavisi boyunca her gün ziyaret eden akrabaları sürekli aynı şeyi söylüyordu: Ailece bir uçak kazası geçirmişlerdi. Annesi, babası ve tek kardeşi olan Kamlesh kazadan sağ kurtulamamıştı. Tulsi hayattaydı ama vücudunun neredeyse yarısı ve yüzü yanmıştı.

O sene Tulsi ilkokulu bitiriyordu. Vagjiani’ler Tulsi ortaokula başlamadan önce ailece Hindistan’a, anne ve babasının memleketine üç aylık bir yolculuk yapmaya karar vermişti.

Vagjiani, “Londra’da yaşıyorduk ve durumumuz gayet iyiydi. O nedenle babam sahip olduklarımıza şükretmemizi istiyordu. Üstelik kendi dedesini de 23 senedir görmemişti ve bu gezi bir fırsat olacaktı. Hindistan’ı kuzeyden güneye dolaşacaktık, her şeyi görecek hayat tecrübesi kazanacaktık” sözleriyle açıklıyor yolculuğun arka planını.

1990 yılının 14 Şubat günü Mumbai’den kalkan ve Bangalor’a giden Hindistan Havayolları’na ait 605 sefer sayılı uçağa bindiler. Aslında bu rotayı yolculuklarının ileriki günleri için planlamışlardı. Ama İngiltere’den Hindistan’a yaptıkları yolculuk esnasında bagajları kayboldu. Birkaç gün sonra kayıp valizlerin Mumbai’ye ulaştığına dair bir telefon alınca önce buradan eşyalarını alıp, ardından Hindistan’ın güneyini keşfetmeye karar verdiler.

class=”medyanet-inline-adv”>

Yolculuk iyi geçmişti, ta ki uçak Bangalor’a inmek için alçalmaya başlayana kadar. Müfettişlere göre bir pilotaj hatası sonucu golf sahasına çakılan uçakta bulunan 146 mürettebat ve yolcunun 92’si hayatını kaybetti.

“HÂLÂ KARDEŞİMLE KAVGA EDİYOR GİBİYDİM”

Vagjiani’nin kazadan sonraki günlere ve haftalara dair hatırladıkları hep bölük pörçük. Bangalor’daki hastanede ara sıra bilinci yerine geldiğinde babaannesinin sesini duyduğunu hatırlıyor örneğin ve ekliyor: “Babaannem çok sert bir kadındı, duygularını hiç göstermezdi. Onun bile ağlıyor olması…”

class=”medyanet-inline-adv”>

Babaannesi kazadan sonra İngiltere’den Hindistan’a uçmuştu. Tulsi çocuk aklıyla, “Acaba bize sürpriz yapmaya mı geldi?” diye düşündüğünü de hatırlıyor.

Bir de sesleri hatırlıyor. Muhtemelen ambulans görevlilerinin ya da arama kurtarma ekibi çalışanlarının sesleri. “Merak etme, seni iyi edeceğiz” diyen sesler… “Bütün bunların içinde hâlâ pencere kenarındaki koltuk için kardeşimle kavga ediyormuşum gibi hissediyordum” diye anlatıyor Vagjiani.

Bir ambulans uçağıyla İngiltere’ye götürüldüğünü, Essex şehrinde yanıklar ve plastik cerrahi alanında uzmanlaşmış St. Andrew’s Hastanesi’ne transfer edildiğini de hayal meyal hatırlıyor. Bu hastanede başka akrabalarının da ziyaretine geldiğini anlatıyor ve ekliyor: “En azından bu sesler tanıdıktı ama ben hâlâ onları da uçakta sanıyordum. ‘Vay canına’ diye düşünüyordum, ‘Bu yolculuk tam bir aile tatili oldu.'”

class=”medyanet-inline-adv”>

GERÇEĞİ İDRAK ETMESİ 3 YILINI ALDI

Vagjiani neredeyse beş ay boyunca hastanede tedavi gördü. Ardından kendi evleriyle aynı sokakta yaşayan babaannesi ve dedesinin yanına yerleşti. Ailesinin kaybıyla ilgili konular evde sık sık konuşuluyordu ama Tulsi gerçeği ancak 13 yaşındayken idrak etti: “Bir anda uyandım ve Hindistan’dan gelmeyeceklerini anladım.”

O zamana kadar her şeyin bir hata olduğuna kendi kendini ikna etmişti. Anne babasının ve kardeşinin pasaportlarını kaybettiklerini ve bu yüzden eve dönemediklerini düşünüyordu. “Beni geride bıraktıkları için onlara kızıyordum. Kardeşimi yanlarına alıp beni burada bir başıma bıraktıkları için öfkeleniyordum” diyor Vagjiani.

class=”medyanet-inline-adv”>

Son birkaç haftalığına da olsa ilkokula dönmeyi başardı ama işler hiç kolay değildi. “Zor oldu çünkü tanıdıkları Tulsi’yle ben aynı kişi değildim” diyen Vagjiani şöyle devam ediyor: “Uyum sağlamam için ellerinden geleni yaptılar, beni her şeye dahil ettiler ama kendimi farklı hissediyordum. Yine de şanslıydım çünkü o bir avuç arkadaşımla lisede de aynı okulda ve aynı sınıftaydım.”

Vagjiani, ortaokulda yaşadığı tecrübeyi de “Çok destekçiydiler” sözleriyle özetliyor. 16 yaşına gelene kadar yara izleri için 30’dan fazla ameliyat geçirdiğini belirterek, “Hemen arkadaş edindim ki çoğuyla bugün hâlâ arkadaşız. Harika zamanlardı, kesinlikle zorbalığa uğramadım” diyor.

ARKASINDAN ‘FREDDY KRUEGER’ DİYE BAĞIRIYORLARDI

Sokağa çıktığına ise durum bambaşkaydı. İnsanlar gözlerini dikip Vagjiani’ye bakıyor, onunla yan yana gelmemek için yollarını değiştiriyordu. En kötüsü de laf atanlardı.

“Normalde etrafım sürekli insanlarla çevrili olduğundan yalnız kaldığımda kendimi savunamıyordum” diyen Vagjiani şöyle devam ediyor: “Fiziksel şiddete hiç uğramadım ama sözlü işkencenin sonu gelmiyordu. ‘Çirkin’ olduğumu içselleştirmeye başlıyordum. Sözlüğe bakana kadar ne anlama geldiğini bile bilmiyordum. Öğrenince kendi kendime, ‘İnsanlar benim için böyle mi düşünüyor?’ demiştim.”

Erkek çocukları arkasından 80’lerin ünlü korku filmleri serisi ‘Elm Sokağı’nda Kâbus’a atıfla “Freddy Krueger” diye bağırıyordu.

Vagjiani, Krueger’ın kim olduğunu da bilmiyordu ama bir gün eve gelip yaşadıklarını ailesine anlattığında amcası çok sinirlenmişti. Krueger’ın korku filmlerinin kötü adam olduğunu öğrendiğinde, Vagjiani kendini de öyle görmeye başladı: “İçimdeki iyiliği göremiyordum. Yumuşak kalpli cömert bir insan olduğumu göremiyordum. Kendimi sadece kötü, çirkin bir insan olarak görüyordum ve ‘Ben bu şekilde hayatıma nasıl devam edebilirim?’ diye düşünüyordum.”

BOLLYWOOD’DA YÜZÜ YANIK AKTRİS VAR MI?

Vagjiani’nin etnik kökeninin beraberinde getirdiği kültürel baskılar da işini zorlaştırıyordu. Güney Asyalılar için beden algısı çok önemliydi. Genç kızlar erken yaştan itibaren Bollywood aktrisleriyle kıyaslanıyordu.

Bugünden geriye dönüp baktığında hayatı boyunca başka biri olmaya çalıştığını söyleyen Vagjiani, “Hepimiz kendimiz olmak için tasarlanıyoruz ama büyüme çağındayken bunu bilmiyordum” diye konuşuyor.

Üniversiteye başladığı dönem oldukça zordu çünkü herkes hikayesini bilmiyordu. Aynı zamanda bu flörtleşmelerin de başladığı bir yaştı ve beden algısı sorunlarını daha da fazla hissetmeye başladı. O dönemde de iyi arkadaşlar edindi ama kendini hiçbir zaman yeterli hissetmiyordu.

‘YÜZÜNÜZ ŞİRKETİMİZE UYGUN DEĞİLDİR’

Hafta sonu çalışmak için yaptığı iş başvuruları da kalbinin kırılmasına yol açıyordu. Vagjiani modayla ilgileniyordu ve Londra’nın lüks mağazalarına özgeçmişini götürüyordu. “CV’mi gözümün önünde yırtıp atıyorlardı. Her reddedildiğimde biraz daha geri çekiliyordum” diyen Vgajiani, turizm ve otelcilik eğitimi alıyordu. Bu nedenle bir otelde ön büroya iş başvurusu yapmıştı. Aldığı cevap fazla açık sözlü ve fazla acımasızdı: “Yüzünüz şirketimize uygun değildir.” Bu cevaptan sonra Vagjiani başvuru yapmayı da bıraktı.

Vagjiani depresyondaydı ama hem çok utandığından hem de kültürel baskılar nedeniyle bu konuda bir adım atamıyordu. “Güney Asya topluluğu içinde yetiştiğinizde kural şuydu: ‘Bu konudan bahsetmiyoruz.’ Dolayısıyla her şey halının altına süpürülüyordu. ‘Tamam aileni kaybettin, yüzün yandı, aş artık bunu’ deniyordu. O nedenle sessiz sedasız acı çekiyordum” diye anlatıyor o günleri.

Yasın belirlenmiş bir bitiş tarihi de olmadığını belirten Vagjiani, “Hayatta bazen öyle anlar oluyor ki bir kişiyi ya da kişileri aniden özlemeye başlıyorsunuz. Benim yolculuğum, olanları kabullenmem 30 yılımı aldı. Evet, ailem ve kardeşim hayatta değil. Evet, bana sağlayacakları ebeveyn rehberliği ve desteğine ihtiyacım vardı. Ama sürekli ‘Ya böyle olsaydı?’ diye düşünerek yaşayamam” ifadelerini kullanıyor.

KENDİ KENDİNİN DANIŞMANI OLDU

Kendi zihinsel sağlığıyla ilgili düşünmeye ilk kez üniversitede aldığı bir ders sayesinde başladı. Sağlık ve sosyal bakım bölümü öğrencisiydi ve danışmanlık dersi alıyorlardı. Hisleri konusunda çok dürüst olmaları gerekiyordu ama Vagjiani bu konuda sürekli yan çiziyordu:

“Hissettiklerimi yazamıyordum çünkü çok utanç verici ve çok gerçekti. Bana gülerler diye düşünüyordum. Aslına bakılırsa dersin benden istediği şey tam da buydu. Bu konuda emek harcamam gerektiğini bana göstermesi inanılmazdı. Bir şekilde kendi kendime danışmanlık yapıp depresyonu atlattım.”

Üniversitede sağlık bilimleri eğitimi almasının da Vagjiani’ye faydası oldu. Aynı dönemde pilates eğitmenliğine başladı ve vücudunu görünüşüne rağmen sevmeyi öğrendi. Ardından tam işler yoluna girmeye başlamışken böbrek yetmezliği sorunuyla karşı karşıya kaldı.

Bir yandan nakil bekliyor, bir yandan her gece diyalize giriyordu. Nihayet donör böbreği bulundu ve nakil gerçekleşti. Ameliyat iyi geçmiş gibi görünüyordu ama birkaç ay sonra ağrıları yeniden başladı.

Nakledilen böbrekte bir kist teşhis edilmişti. Bu nedenle Vagjiani yeniden bıçak altına yattı. Bu kez onu daha uzun ve daha karmaşık bir operasyon bekliyordu. O yılı hastanelerde geçirdi. Vücudu yeni böbreği reddediyor, bunun yarattığı çok sayıda problem yaşıyordu. Vagjiani, o günleri, “Sürekli ‘Bunu nasıl atlatacağım?’ diye düşünüyordum. Bir yandan da kendi kendime şunu hatırlatıyordum: Sen bir uçak kazasından sağ çıktın. Sen çok daha kötülerini yaşadın” söyleriyle anlatıyor.

BÖBREK YETMEZLİĞİ KENDİNE BAKIŞINI DEĞİŞTİRDİ

Böbrek hastalığı yara izleriyle olan ilişkisinin de değişmesine neden oldu. Vagjiani, yara izlerinin aslında kendisine herhangi bir engel teşkil etmediğini fark etti: “Böbrek ağrılarım nedeniyle hayatımda ilk defa pes etmeyi düşündüm. O zaman şunu fark ettim: Yara izlerim benim için bir zorluk yaratmıyordu. Zor olan o mantık, o olumsuzluktu. Öz güven yolculuğum bence tam burada başladı.”

Vagjiani, sağlığı iyileştikten sonra yara izleri ve yanıkları olan kişiler için kurulmuş olan Katie Piper Vakfı’nın bir buluşmasına katıldı. Etkinlikte başta Piper’ın kendisi olmak üzere yanık izleri olan başka yetişkinlerle tanışınca, Vagjiani yalnız olmadığını fark etti.

“Katie gibi yaralarıyla ortaya çıkabilen bir kadının varlığı bana da ortaya çıkma cesareti verdi” diyen Vagjiani, görünür farklılıkları olan insanları destekleyip bu kişilerin sesini duyuran kampanyalar düzenleyen hayır kuruluşu Changing Faces ile çalışmaya başladı.

Changing Faces’in uzun zamandır yürüttüğü bir kampanya var: I Am Not Your Villain (Ben Senin Kötü Karakterin Değilim). Kampanyanın amacı sinema endüstrisinde yara izleri, yanıkları ya da başka görünür farklılıkların, canavar ruhlu ya da kötü karakterler için bir sembol olarak kullanılmasına karşı çıkmak.

YIL 2021, JAMES BOND YİNE AYNI ŞEYİ YAPIYOR

Kampanya videosu kapsamında Vagjiani de ‘Tiffany’de Kahvaltı’ filminde Audrey Hepburn’ün canlandırdığı Holly Golightly karakteri olarak kamera karşısına geçti. Kampanya metinlerinde görünür farklılıkları olan her 5 insandan sadece birinin kendini bir dizide ya da filmde kahraman olarak gördüğüne dikkat çekiliyor.

Ancak bu konuda oldukça yavaş ilerleme kaydediliyor. Yaralı kötü karakterler, James Bond filmlerinin en önemli klişelerinden ve geçtiğimiz günlerde galası yapılan ‘Ölmek İçin Zaman Yok’ filmi bile bu klişeye başvuruyor.

Vagjiani, “Haydi bakalım gene aynı şey… Birkaç kez bu konuda eleştirildiler. Bu düşüncesiz ve tembel senaryo yazarlığından başka bir şey değil. Farklı görünen bir kişi üzerinden korku yaratıyorsunuz. Toplum bunu güzel kabul etmiyor, onlar da bu yargıdan besleniyor” diye konuşuyor.

Bu temsillerin görünür farklılıklarla büyüyenler üzerindeki etkisinin azımsanmaması gerektiğini de ifade eden Vagjiani, “Ben kötü bir insan olduğumu düşünerek büyüdüm çünkü Freddy Krueger’la kıyaslanıyordum. Hiçbir çocuk şeytani bir karaktere benzediğini düşünmemeli. Onlar iyi insanlar, istedikleri hayatı yaşamaya hayalleri için çalışmaya ve öz güvenlerinin yıkılmamasına hakları var” diyor.

“KİMİN SİZİ ÖRNEK ALDIĞINI DÜŞÜNÜN”

Görünür farklılıkların popüler kültürde daha iyi temsil edilmesiyle, farklılıkların normalleşeceğini ve sokakta gözünü dikip bakanların sayısının zamanla alacağını umduğunu da belirten Vagjiani, pandemi karantinaları sayesinde sürekli nasıl bir kaygı içinde yaşamakta olduğunu anladığını söylüyor.

Vagjiani, “Karantinada nasıl göründüğümle ilgili endişelenmek zorunda olmadığımı fark ettim. ‘Evdeyim, kendim olabilirim’ diye düşünüyordum. Görünür farklılıkları olan birçok tanıdığımın da aynı şeyleri hissettiğini biliyorum” diyor.

Katie Piper Vakfı’ndaki arkadaşlarıyla tanıştığında onları güzel bulduğunu da vurgulayan Vagjiani, “‘Neden aynı şeyi kendin için de yapamayasın ki?’ diye düşünmeye başladım. Aynanın karşısına geçip kendime bakıyor ve ‘Seni gerçekten beğeniyorum’ diyordum. Bence ‘güzel’ kelimesini sahiplenmeye başladım. Ben kendim gibi güzelim dışarıdaki gibi değil ve bundan da memnunum” yorumunu yapıyor.

Vagjiani, büyürken eksikliğini hissettiği şeyin yani kendisi gibi görünen bir rol modelinin boşluğunu doldurabileceğini de o sırada fark ettiğini belirterek, “Ne derler bilirsiniz: ‘Kimin sizi örnek aldığını düşünün.’ Benim için bu çok değerliydi” diye konuşuyor.

The Guardian’ın “Tulsi Vagjiani: the woman who lost her family in a plane crash – and found the beauty in her burns” başlıklı haberinden derlenmiştir.



[ad_2]