Musul‘da bombalar patlar, tabanca tarrakaları ekranlardan yüreklerimizi delip istemsiz geçmişe dönerek bakmak ihtiyacını duyuyor ve soruyoruz:
Osmanlı’nın arkasından hangi hatalar uç uca vagonlar halinde ilave edildikten sonra Irak ve Suriye’yi içinden çıkılmaz hale getirdi?

Diğer tarafta Misak-ı Ulusal’nin niçin güncel bulunduğunu ve Lozan’daki kayıplarımızı düşünmenin niçin bugün olanları idrak etmek bakımından mühim bulunduğunu soran bir Cumhurbaşkanımız var.

Tarihin “bugün”ü okumakta ne denli mahir bir rehber bulunduğunu yaşaya yaşaya öğrenmiş oluyoruz.

Sizi bilmiyorum fakat tarihin düğümlerini çözdükçe benim ufkum alabildiğine genişliyor.

Örnek olarak mı?

Örnek olarak Misak-ı Millî…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bilimsel niteliği olan yıl açılış törenindeki çıkışını hatırlayalım mı:

“Suriye ve Irak’ta olanları yaşarken, yeni nesil bir şeyi fazlaca iyi bilmeli. Acaba Misak-ı Ulusal nedir? Bunu fazlaca iyi bilmemiz lazım. Eğer Misak-ı Ulusal’yi kavrarsak, anlarsak Suriye’deki sorumluluğumuzun, Irak’taki sorumluluğumuzun ne işe yaradığını anlarız. Eğer bugün ‘Musul üstünde bizim sorumluluğumuz var, onun için hem masada hem de arazide olacağız’ diyorsak, bunun bir sebebi var…”

Misak-ı Millî’yi önemsizleştirmeye kalkanlara yanıt mahiyetinde olan bu çıkışın altındaki bildiri, bugün Türkiye eski toprakları olan Suriye ve Irak, Filistin vb. ilgileniyorsa bunun Misak-ı Millî’nin bir talimatı olmasında yatıyor.

O yönerge ki, İstanbul’daki Meclis-i Mebusan tarafınca 1920 başlarında kabul edilen ve Misak-ı Millî beyannamesinin ilk maddesinde yer almııştır.

Musul’da olmalıyız, şu sebeple…

1. maddenin Arapları ilgilendiren ilk kısmına nazaran Mondros Mütarekenamesi imzalandığı sırada düşman ordularının işgali altındaki Arap çoğunluğun yaşamış olduğu toprakların mukadderatı referandumla “serbestçe” belirlenmeliydi. Osmanlı toprağı olup sözkonusu mütareke hattının “haricinde” ve “içinde” (dahil ve haricinde) bulunan ve dinen, ırken (yada örfen), emelen bütünleşmiş “Osmanlı-İslam ekseriyetiyle meskûn” kısımların toplamı ise “hakikaten” ve ”hükmen” (realitede yada hukuken) hiçbir sebeple birbirinden ayrılamazdı.

Demek ki Misak-ı Millî’nin ilk maddesinin baş kısmı Arapların geleceğini belirlerken devamı Arapların yaşadıkları haricindeki topraklardaki Osmanlı-Müslüman çoğunluğun bölünmezliğini vurguluyordu. Kısaca Türkler ve Kürtlerin.

Lakin burada çarpıcı bir nokta var.

Misak-ı Ulusal üstüne yazıp çizen İnkılap tarihçileri nedense bu maddedeki “haricinde” kelimesini büyük bir maharetle sansürlemiş ve metin sanki yalnız Mondros Mütarekesi hattı içindekileri kast edecek mahiyete indirgenmiştir.

Bu fark, aslen Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a gönderilmiş olduğu teklifteki Misak-ı Ulusal metnini esas almalarından kaynaklanıyor. Tarihçilerimizin Mustafa Kemal Atatürk’ü haklı gösterme saplantıları burada da kendini gösteriyor ve orijinal Misak-ı Ulusal’yi değil, M. Kemal’in teklifini esas alıyor ve sonuçta zamanı çarpıtıyorlar.

Atatürkçü bir parti kuran Prof. Dr. Sina Akşin bile bu tarih tahrifatına şu tepkiyi vermek mecburiyetinde bırakılmıştı:

“Mustafa Kemal Atatürk’ün mebuslara hazırladığı metinde, Erzurum ve Sivas kararlarına uygun olarak, mütareke sınırları içindeki yerlerin bir tüm olduğu bildirilmişti. Oysa, İstanbul’da mebuslar, imparatorluk hayalinin çekiciliğine kapılmışlar ve bırakışma imzalandığında düşman işgali altındaki yerlerde de hak iddia etmişlerdir. Sonraki yıllarda bir fazlaca tarihçilerimiz Misak-ı Ulusal’yi Arap ülkeleri (mütareke sınırları dışındaki bölgeler) üstünde hak iddia edilmemiş benzer biçimde göstermişlerdir. (Bunun bir çeşit sıkıdüzen olduğu ve bilimsel tarihçilikle pek bağdaşmayacağı açıktır:” (Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Zamanı, İmaj: 1998, s. 131-2)

Mustafa Kemal’in teklifi İstanbul’dakilerce fazla dar bulunmuş olacak ki, Osmanlı milletvekillerinin kurmuş oldukları Ahd-i Ulusal Komisyonu bu metne Mondros sınırları haricinde kalan Osmanlı-Müslüman çoğunluğun yaşamış olduğu bölgeleri eklemek ihtiyacını duymuş.

Erdoğan’a nazaran Misak-ı Ulusal yalnız içeriye yönelik bir kurtuluş programı değil, sınırlarımız haricinde yaşayan kardeşlerimizin de bizlerden koparılmaz bir parça bulunduğunu beyan eden daha geniş bir vizyonun eseridir. Onun için Musul’da da, Halep’de, masada da olmalıyız, zira Misak-ı Ulusal, Kemalist tarihçilerin sansürlemeye çalıştığının ötesinde “Osmanlı” felsefesinin nefes alış verişini yaptığı bir metin olarak öne çıkmaktadır.

Onun için Misak-ı Millî’yi bizi sınırlarımızın ötesindeki kardeşlerimize açacak şekilde okutmalı ve öğretmeliyiz yeni nesillere.

Velhasıl CHP iktidardan gideli fazlaca oldu fakat geriye tarihini bıraktı.

Musul

Şeytan ayrıntıda gizlidir derler. Tarih de ayrıntılara gizlenmiş şeytanlarla doludur ve tarihçinin görevi o şeytanları çıkarıp kurmuş oldukları kuzakları teşhir etmektir fakat nerde!!

Örnek olarak Lozan ne süre onaylanıp yürürlüge girmiştir? Gariptir, bu hususta bir bilimsel makaleye rastlayamazsınız. Şöyleki zafer, bu şekilde zafer. Yahu İngilizler Lozan Antlaşması’nı Nisan 1924’e kadar niçin getirmediler Avam Kamarası’na? Niçin Ağustos 1924’e kadar onay süreci gecikti ki bu tam 13 ay anlamına gelir? Mart ayında Hilafeti kaldırdık, Lozan Nisan ayında parlamentoya geldi!

Garip değil mi?

Üstünde durulmayan pek fazlaca tuhaflıktan biri de Musul’un İngilizlere armağan edilmiş olduğu oylamaya kaç milletvekilinin katılmış olduğu. Toplam 286 milletvekili vardı o tarihte. 7 Haziran 1926 günkü oylamaya üyelerden yalnız 146’sı katılacak, bugün uğruna onlarca devletin harp verdiği Musul yalnız ve yalnız 143 milletvekilinin oyuyla İngiltere’ye teslim edilecektir (2 red, 1 çekimser).

Gerçekler acıdır fakat tadılması gerekir ki tekrar aynı hatalar işlenmesin.

Bitmedi.

Irak sınırlarımız İngilizlerce çizilmiş ve biz seyretmişiz derken bazıları itiraza yelteniyor. Buyurun, dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın TBMM’de pişkin pişkin söylediği şu sözleri nereye koyacaksınız:

“Şurasını da derhal arzetmeye mecburum ki hudut üstünde bizlere bin kilometrekare miktarında lehimize tadilat ilavesini teklif ettiler, esas davamızın bu şekilde bir veyahut iki bin km arazi davası olmadığını söyleyerek bu teklifi (reddettik).” https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c026/tbmm02026115.pdf

İngilizler bizlere Irak sınırından 1,000 kilometrakare toprak teklif ediyor, bizim efendiler toprakta gözümüz yok diye reddediyorlar. Vah ki vah!

Musul hata, beceriksizlik ve İngilizcilik halkalarından oluşan sakat bir mantığa kurban verilmiştir.