Prester John ve Son Haçlı Seferi 13. Yüzyıl Avrupası

Her şey Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopol’ün patriği
Nestorius’un söyledikleriyle başladı. İS 5. yüzyılda gelişen vakalarda Nestorius,
İsa’nın mukaddes ruh fikriyle dolu bayağı bir insan bulunduğunu ve bu yüzden
Meryem’in de tanrıyla bir ilişkisi olmadığını söylüyordu. Patrik, Doğu Roma
İmparatorluğu’nun dini lideri olduğundan fikirlerini çabucak yayması kolaydı.
Bu düşünce kilisenin diğeri patrikleri ve Doğu Roma hükümdarı tarafınca pek de
hoş karşılanmadı. Birkaç hafta içinde Nestorius görevden alındı.

Bundan yılmayan Nestorius “sapkın” fikirlerini yaymaya devam etti. Bir mürit
grubu oluşmaya başlamıştı. İnatçılığı yüzünden bu eski patrik ve müritleri
sürüldü. O zamanlar sürgüne gönderilmek, Bizans’ın söz sahibi olduğu
toprakların fazlaca daha doğusuna gitmek anlamına geliyordu. Nestorius ve
takip edenleri Hindistan’a kadar gitti. İsa hakkında fikirlerini burada da ifade
ediyorlardı sadece oraya ilk gelen Hıristiyanlar oldukları için bu tarz şeyleri anlattıkları
Hıristiyan olmayanlardı. Bir süre Nestorius’un müritleri dikkat çekti sadece
Bizans İmparatorluğu küçüldükçe bağlantı kaybedildi. Tüm malum oralarda,
ötelerde doğuda bir yerlerde Nestorius’un takipçilerinin olduğuydu.

12. yüzyılın sonunda Avrupa garip bir yer haline gelmişti. Dev imparatorluklar
parçalanmıştı ve Kiev’den Londra’ya kadar tüm devletler küçülmüştü. Bu
minik devletler zenginleşmişti ve Kudüs ile mukaddes toprakları kurtarmak haricinde
sınırlarının ötesinde olup bitenle ilgilenmiyordu. Bunun sebebi de Avrupa’nın
ötesindeki ticaretin önünün İslam’ın yükselişi sebebiyle kesilmesiydi.

Bu, bununla birlikte Avrupalıların cehaletle geçirdiği “Karanlık Çağlar”ın sonuydu.
Bin yıl ilkin Roma’da Çin’den gelen ipek yardımıyla kucak dolusu ipek bulunurken ipek
artık bir zenginlik ve soyluluk işareti olmuştu. Kolay bir ipek ceket bile bir tarla
işçisinin beş senelik gelirine eşitti. Avrasya’nın üçte ikisi Marco Polo’nun
keşfetmesini bekleyen bir bilinmeyendi.

13. yüzyılda Avrupa’nın yüzü 5. yüzyıldakinden oldukça farklıydı, Doğu dünyası
ise tanınmayacak hale gelmişti. İslam güçlenmiş, dört kez meydana getirilen Haçlı Seferleri
geçici bir süreyle de olsa mukaddes toprakları özgürlüğüne kavuşturmuştu. Savaşçı
Müslümanlardan daha önemlisi ise Çin’i çoktan fethetmiş olan Moğol
İmparatorluğuydu.

Moğollar yüzlerini Batı’ya dönmüştü. Avrupa ise minik krallıkların, birkaç asilin
yönetimindeki disiplinsiz ordularıyla Haçlı Seferlerine çıkıyordu. Dört sefer
Yakındoğu’yu ticarete açtı fakat bu, Hıristiyan dünyasının yararına olmadı.
Katolik Kilisesi hala yönetimi elinde tutuyordu ve Papa Avrupa politikasının en
mühim adamıydı. Gücünün bir çok da “Mukaddes Topraklar”ı kafir Müslümanlardan
kurtarmak için düzenlemiş olduğu Haçlı Seferlerinden geliyordu.

Fakat Nestorius ve takipçilerinin başına gelenler Prester John efsanesinin
oluşmasına yol açtı. 1122’de Roma’ya Hindistanlı bir rahip ulaştı. Hindistan ve
Çin’de yaşayan Nesturilerin (Neşter yanlısı Hıristiyan) bir elçisi bulunduğunu
söylüyordu. Aslen Hindistan’da birkaç bin Nesturi vardı, Çin’de ise tek şahıs bile
yoktu. Fakat Papa’nın duymak istedikleri buydu.

Moğol İmparatorluğu’nun büyümesiyle ilgili haberler ve hatta detaylı raporlar Avrupa’ya ulaşıyordu. Bunun için harekete geçmek isteyen Avrupalılar Prester John’a yardım bahanesiyle yeni bir Haçlı Seferi başlattılar. Bu Beşinci Haçlı Seferiydi.

Prester John kuvvetli bir askeri önder ve inançlı bir Hıristiyan şeklinde tanıtılıyordu.
John, İslam dünyasının yanı başlangıcında kuvvetli bir Hıristiyan krallığının başındaydı.
1145’de Suriye Başrahibi Papa’ya gönderilmiş olduğu mektupta doğudaki bir Hıristiyan
krallığının mukaddes toprakların geri alınmasında destek olmak suretiyle bir ordu
gönderilmiş olduğu mevzusunda informasyon aldığını yazdı. 1221’de haçlı seferi için davet
yapılmıştı.

Hıristiyan dünyası Prester John’un İspanya’dan İran’a kadar her yeri elinde
tutan İslam ordularından Avrupalı Hıristiyanları kurtarmak için harekete
geçtiğinden o denli emindi ki, Moğol fetihleri bile görmezden geliniyor hatta
bunlar Prester John’un yaptıkları olarak anlatılıyordu. Batı Avrupa için Prester
John gerçek, Moğollar ise bir efsaneydi.

Böylece Papa haçlı seferini başlattı. Filistin’e doğru yola çıkan binlerce şövalye
öldü. Sonunda Hıristiyanlar mukaddes toprakları tamamen yitirdi. Sadece o vakte
kadar bu, Hıristiyanlar için mühim değildi, şundan dolayı Prester John her an ordusuyla
ortaya çıkabilir ve Hıristiyanları kurtarabilirdi. Dahası John, doğudan gelecekti
ve Müslüman kafirleri aralarında sıkıştırmış olacaklardı.

Bu efsanenin gücü Avrupa’nın stratejisine yarım yüzyıl süresince yön verdi.
Sonunda ise Prester John’un hakikaten bir efsaneleşmiş olduğu ortaya çıktı. Ek olarak
Moğolların da gerçekliğinin farkına varıldı. Batı Avrupa Haçlı Seferleri sebebiyle
ikiye bölündü. Bazıları destek verirken, bazıları hata bulunduğunu düşünüyordu.

En büyük iki Hıristiyan krallığı Polonya ve Macaristan’dı. Fakat büyük olmaları
çağdaş oldukları anlamına gelmiyordu. Bu iki krallık, ikiye bölünmüş Fransa şeklinde
kendi halinde gelişmeye bırakılmış olsaydı “Karanlık Çağ” bir yüzyıl daha ilkin
biterdi. Sadece Moğollar sonunda Avrupa’ya saldırmaya hazırlandıklarında,
Batı’nın askeri gücü dağılmış durumdaydı.

Macaristan Kralı IV. Bela tüm Hıristiyanlığa kendilerini ve doğal ki Macaristan’ı
savunmaları için davet yaptığında Öyleki büyük bir ordu oluşturulamadı.
Avrupa’nın her tarafındaki şövalyelerden cevap geldi. Fakat beklendiği kadar
büyük bir katılım yoktu. Batı Avrupa’dan tek bir kral bile ordusunu toplayıp
gelmedi.

On beş-yirmi yıl ilkin Filistin’de savaşanlardan bir çok ölmüştü ve mali açıdan da
orduların yeni bir harbe gücü yoktu. Moğollar, Polonya ve Macaristan’ı ezip
geçti. Moğol hükümdarı ölmeseydi ve Moğol orduları kendi kendilerine geri
çekilmeselerdi, Dublin’e kadar ilerleyip tüm Avrupa’yı ele geçirmekten onları
alıkoyacak hiçbir güç kalmamıştı.

Prester John bir efsaneydi. Olmayan bir Hıristiyan Krallığı ile güçleri birleştirip
İslam ordularını yenme fikri Papa’ya ve asillere o şekilde çekici gelmişti ki kimse
buna karşı çıkamadı. Bu o şekilde bir efsaneydi ki, Moğol hükümdarı ölmeseydi, tüm
Avrupa Moğol hakimiyetine girecekti.