Bir Donanma Kurarsın Savaşı Kaybedersin 1900 Alman imparatorluğu

Bazıları onun yazarlıktan ilkin, aslen deniz tutan bir Amerikalı gemici
bulunduğunu söylerler. Alfred Thayer Mahan, her koşulda orduya katılmış olmalıydı.
Babası, her şeyden ilkin, meşhur bir askeri taktisyendi. West Point harp okulunda
ders veriyordu.


Alfred Mahan isminde bu adam, cenk alanı taktikleri kitabının büyük yazarı, bir
nesil harp okulunun öğretmeni, sivil harpte ölümsüz bir şan ve şöhret sahibi idi.
Kim bilir ufak Mahan’ı Annapolis’e donanmada bir kariyer sahibi olmaya iten,
babasının hakikaten önde gelen bu kişiliği idi.

Minik Alfred, Carolina sahillerinde cenk süresince vazife aldı ve sonrasında
deniz aşırı bir yolculuğa gönderildi. Sonrasında yolculuklar birbirini takip etti. Vapur
iyi mi giderse gitsin, iki-üç günlük bir süre için bile olsa, Alfred’i ölümcül bir
şekilde deniz tutuyordu. Gene de gerçek bir deniz subayı olarak kendini hep
denize attı. Birçok liman görevi için sahile çıktıysa da sonunda yeni bir olanak
buldu: Deniz Harp Akademisi…

Alfred T. Akademiye vardığında, asla umut vermeyen bir göreve sahipti. Birkaç
karaya sürülmüş eğitmen -ki onların da garip oldukları düşünülürdü- vardı. Bu
okulu dünyanın en prestijli deniz enstitülerinden birine dönüştürmeyi başardı.
19. ve 20. yüzyılların en etkisinde bırakan kitap serilerinden birini gösteren Alfred’di:
Denizdeki Gücün Dünya Geçmişine Tesiri…

Mahan’ın tezi şuydu: Milletlerin güçlenmesi ve gerilemesinde en belirleyici unsur
deniz güçleridir. Kara kuvvetleri süratli hareket etme özelliğine haiz değildirler,
hem de lojistik zorunluluklar sebebiyle hantaldırlar. Deniz kuvvetleri ise, bugün
Karayipler’de yol alırken iki hafta içinde Baltık Denizine ulaşabilir. Doğası
gereği donanmalar dünyanın her yerinde güçlerini gösterebilirler. Yalnız
birliği yardımıyla, bir millet kayda kıymet bir güç haline gelebilir.

Günümüzde düşmanını kollama bir deniz filosunun en öncelikli görevidir. İlk
yapılacak şey rakibinin deniz enerjisini hesap etmek ve tüm gemilerini batırmak
olmalıdır. Bu başarıldığında düşman savunmaya geçmek zorunda kalacaktır.
Tecim gemileri teslim olacak, kaynakları engellemelerle kesilecek, sahil
şehirleri bombalanma tehlikesi altında olacak, kolonileri yok edilecek ve sonuçta
tüm yurt denizden yapılabilecek bir çıkartmanın tehdidi altına girecektir.
Öyleki bir çıkartma ki, yer ve zamanını hücum eden taraf belirleyecek, rakip ise tüm
kaynaklarını haiz olduğu bölgeleri korumak için kullanmak zorunda kalacaktır.
Kısacası, Mahan’a nazaran, küresel oyunda mühim bir erkek oyuncu olabilmek için bir
donanmaya haiz olunması öncelikli şarttı.

1815 Viyana Konferansından sonrasında, Avrupa’daki güçler kendilerini deniz gücü
açısından İngiltere ile karşı karşıya buldular. İngilizlerin büyük deniz gücü, Napolyon İmparatorluğu’nu blokaja almış, yavaş yavaş çöküşe sürüklemekteydi.
Harp sonunda dost ülkeler ve hatta eski düşmanlar içinde fazlaca kırılgan bir
anlaşmaya gidildi. İngiltere denizdeki üstünlüğünü koruyacaktı.
Bu, İngilizlerin yaşamak için denize bağlı olmak zorunda kalmalarındandı.
Denizdeki bu İngiliz üstünlüğünün kabul edilmesine karşılık, tüm ülkeler bir
donanma kurma ve denizlere açılma hakkına haiz olacaklardı. Fakat bu üstün
gücün karşısında ciddi bir rakip haline gelmemek şartıyla.

Fransa 1860’lar ve 80’ler arasındaki sürede eski gücüne kavuşmayı başardı. İlk
gerçek demirden gemiyi üretti: La Gloria. Bu gemilerle tüm İngiliz donanmasını
bir günde kullanılmaz hale getirebilirdi. İngilizler ise uyguladıkları yapılanma
programı yardımıyla, 1880’lerin sonunda çelik gemilerin üretiminde öne çıktılar.
Almanya’nın değişik bölgelerinden ithal ettikleri çelik ile her zamankinden daha
fazlaca vapur ürettiler.

Fransızlar, İngilizlerle yarışmayı bırakmak mecburiyetinde bırakıldı. Bunun yerine ucuz,
yenilenebilen teknoloji ile yola devam etmeyi tercih ettiler. Muhrip gemilerinin
üretiminde, araştırma ve geliştirmesinde önder hale geldiler. Öte taraftan
İngilizler karşılık olarak büyük muhripler, denizaltılar ve mayınlar üretti.
Fransızların eski düşmanları olan Almanlar, İngilizlerle Fransızlar arasındaki
rekabeti hep eğlenerek izlediler. Bir Fransız gemisine yönelen her tabanca, kendi
sınırlarına yönelecek bir silahın eksilmesi anlamını taşıyordu. Donanmaya
harcanan her frank, Ren bölgesini tehdit eden bir frankın azalması demekti. Öte
taraftan İngilizler Almanları Fransız yayılmacılığına karşı devamlı organik bir
bağlaşık olarak gördüler.

Kısacası, yeni bir Avrupalı güç olma yolundaki Almanya ile denizlerin hakimi
İngiltere içinde bir çatışma olması, Fransızlar dünyaya yayılmaya devam
etmiş olduğu sürece anlamsızdı. Alman birliği bayağı bir sahil güvenlik sisteminin
ötesine geçemiyordu. Birkaç ufak gemiden ibaretti. Öyleki ki, İngilizlerden
yardım istediklerinde, varlıklı ağabeyin yoksul kardeşine yardım etmesi benzer biçimde bir
tavırla karşılaşıyorlardı.

Fakat daha sonraları iki mühim vaka gelişti; ilki Mahan’ın yayınladığı güçle
donanma arasındaki ilişkiyi özetleyen kitap serişiydi. İkincisi ise II. Wilhelm’in
daha büyük bir Almanya hayaliyle başa geçmesiydi. Willie acele olgunlaşmış,
ego problemi olan bir çocuktu. Bazıları bu problemin, beceriksiz bir doktorun
doğum esnasında Wilhelm’in koluna ciddi şekilde zarar vermesinden
kaynaklandığını söylerler.

Maço denilebilecek bir toplumda bu şekilde bir yara taşımak, onu ister istemez
aşağılık kompleksine sokmuştu. Ruhsal durumu iyi mi olursa olsun, Wilhelm
dış politikada ani bir değişiklik süreci başlattı.

Aslen, İngiliz olan her şeye hayranlığı ironikti. Anneannesi efsanevi Victoria
ölürken yanı başlangıcında durmuş, elini tutmuş ve gözyaşlarını tutamamıştı. Kuzeni
Edward’a da bir ısı duymuş, bekar oldukları hafta sonlarında ikisi fazlaca güzel
deniz gezileri yapmışlardı. Aslen derinlerde bir yerlerde, denizle ilgili büyüyen
bir düşmanlık da vardı aralarında.

Mahan’ın emekleri ilk yayınlandığında, ABD’da ufak bir okuyucu
kitlesinin ilgisini çekti. İlk fanatiklerinden biri New York’ta polis komiseri olan
Teddy Roosevelt idi. Deniz aşırı ülkelerde ise beklenmedik bir ün kazanmıştır. Hiçbir
yerde Almanya’da olmasıyla birlikte popüler olmadı; Wilhelm kitaba Alman nitelikler
kazandırarak yeni bir baskısını çıkarttı.

Alman federal birliğindeki her subayın okuyabileceği hale getirdi… Ve bu
subayların kitabı okumaları da beklenir oldu. Manan Avrupa turuna çıktığında
Almanya’da adeta bir süper yıldız benzer biçimde karşılandı. Alman İmparatoru Mahan’la
buluşmak ve kendi kitabına ABD’nın efsaneleşmiş isminin el yazısıyla bir şeyler
yazmasını istedi.

Almanya kısa bir süre içinde deniz filosunu geliştirdi. Ayrıca Japonya da aynı
süreci yaşadı. Wilhelm uygulanan geliştirme programının, kendi deniz sahalarını
koruma amaçlı bulunduğunu bildiriyordu. Fakat, Mahan’ın söylediği benzer biçimde, gerçek bir
dünya gücü, dünyanın her yerinde kendisine hammadde sağlayacak, telgraf
istasyonlarını destekleyecek ve kömür stoklarını yenileyecek koloniler kurmaya
mecburdu.

Rüzgarla yol alan gemilerden buharlı gemilere geçilmesinin en mühim
dezavantajlarından biri gemilerin menzillerinin düşmesi oldu. Demir aldıktan üç
ay sonrasında Pasifik’in ortasında olmak imkanı ortadan kalktı. Hiçbir çağdaş vapur
averaj hızlarda hareket ederek iki-üç haftadan fazla yakıt ikmali yapmaksızın
denizde kalamıyordu.

İki-üç günlük süratli manevralar meydana getiren gemilerin yalnız yakıt stokları boşalmakla
kalmıyor, bununla beraber makineleri de onarım ister duruma geliyordu. Kömür
istasyonları bu sebeplerle stratejik hedefler haline geldi. Bu istasyonlar daha fazlaca
korunur oldular. Binlerce kömür işçisi kömür ocaklarına indi.

Wilhelm için 20. yüzyılın başlangıcında bu fazlaca parlak bir fikirdi. İngiltere ile rakip
olabilecek durumda değildi, ulusal onur tüm dünyada ‘ben varım’ diyebilmeye
bağlıydı. Tüm dünyada ‘ben varım’ diyebilmek ise koloniler oluşturmayı
gerektiriyordu. Koloniler oluşturmak denizde kuvvetli olmak anlamını taşıyordu.
Denizde kuvvetli olan yeni koloniler elde edebilirdi, daha fazlaca koloni elde etmek ise
ulusal itimatı artırırken harcamaları da artıracaktı.

Almanlar Afrika sahilleri süresince daha öncesinden ele geçirilmemiş bir ekip
üçüncü derslik bölgeleri hakimiyetleri altına aldılar. İngilizler buna karşı çıkmadı.
Fransızlar ise 19. yüzyıl süresince bu bölgede İngilizlerin en ciddi rakibi olarak ses
çıkartmadı. Almanlar Pasifik’te yeni adalar ele geçirdiler, yüksek harcamalarla
buralara kömür ve telgraf sistemleri getirdiler.

Bu gelişme devam etti ve 1904’e doğru İngiliz yöneticiler içinde Almanlar bir
tehdit olarak görülmeye başlandı. 1904’te yeni bir deniz mareşali, John “Bobbie”
Fisher donanmanın başına geçti. İngiliz denizciliği, demir ve buharın
kullanılmaya başlanmasından beri değişik kollara ayrılmaktaydı. Fisher vizyon
sahibi biri olarak geleceği görmüş oldu ve içgüdülerini kullanarak yeni silahlar
tasarlama işine girişti. Bir yıl sonrasında en çağdaş Dreadnought silahları ile
donanmış gemiler üretilmeye başlandı. Bunlar çağdaş cenk gemilerinin
ilkleriydi.

Fisher’in amacı Dreadnought’la Almanlara gözdağı vermekti. Almanların
donanmalarım geliştirmelerine bir problem olarak bakmıyorlardı, hatta denizdeki
büyük gemilerine eşdeğer birkaç vapur üretmelerine de karışmıyorlardı, fakat tek
istedikleri en ileri teknolojiye haiz olmak ve üstünlüklerini korumaktı. Bu
üstünlük Almanlar tarafınca kabul edilmiş olduğu sürece iki ülke içinde geleceğe
dair bir kaygı olmayacaktı.

Wilhelm, Dreadnought’un silahlarını gördüğünde kıskançlığa tutuldu.
Amirallerine ve vapur tasarımcılarına İngilizlerin son ürettiklerine eşdeğer ve
hatta daha üstün gemiler üretme emri verdi. Üst düzey Alman subayları daha
büyük gemiler üretmenin ve büyük düşünmenin büyüsüne kapıldılar. Wilhelm’le
bu mevzuda ters düşmeyi asla düşünmediler. Daha pragmatik düşünen çevreler ise
İngiltere ile tabanca yarışına girmenin yalnız fena bir düşünce değil, bununla beraber
delilik bulunduğunu düşündüler.

Stratejinin doğası gereği İngilizler denizde birinci ve en üstün kalmalıydı. Alman
birliği ikincilikle yetinmeliydi. Fransa ve Rusya’nın tehdidi altındaki
Almanların karadaki üstünlüklerini korumaya gereksinimleri vardı. İnsan gücü ve
kaynak yarışı içindeki Almanya’da, kara kuvvetleri deniz kuvvetlerinden fazlaca
daha üstün durumda olmalıydı. İngiltere’ye üstünlük sağlamanın imkansızlığı
ortadayken niçin bu çabanın içine giriliyordu ki?

Wilhelm gene de programın ilerlemesinden yana tavır aldı. Alman ulusal gururu
bunu gerektiriyordu. Yeni bitirilmiş Kiel Kanalı yeni ve daha büyük gemiler için
yetersiz kalacaktı. Bu kanalı genişletmek için de büyük harcamalar yapılmış oldu.
Almanlar İngilizlerle denizde büyük bir rekabete giriştiler.

Birkaç yıl içinde Alman zırhlıları denize indirilmeye başlandı. Bu gemiler yirmi
beş ve otuz santimetre çapındaki silahlarla donatılmıştı. Fransızlar acayip bir
tavırla bu yarışa girmekten çekindiler. Böylece bir tehdit olmadıklarını gösterip,
İngilizleri Almanlarla uğraşma yoluna ittiler. Bu strateji tuttu, yüzyıllardır
İngiliz cenk tatbikatları Fransızlarla çıkabilecek bir cenk üstüne kurulmuştu.
Cebelitarık’tan Süveyş’e kadar Akdeniz tecim yolunu ve Biscay Körfezi ile Manş
Denizi’ni korumak amacını taşımışlardı.

Yüzyılın sonuna doğru, Fisher vapur manevralarını Şimal Denizi’ne doğru
kaydırdı. Almanya’ya, Baltık’ın dışına çıkarmaya yelteneceği her geminin
kendilerini karşısında bulacağı mesajını vermiş oluyordu. Fisher’in saplantısı
daha uzak ülkeleri de etkiledi. Japonlarla bir antak kalma yaparak Pasifik’e
çıkabilecek her yabancı gemiye karşı ortak hareket etme sonucu aldılar. Fisher de
Mahan okuyucuları arasındaydı.

1904-1905 yıllarındaki Rus birliğine karşı Japonların kazanılmış olduğu zaferleri
ayrıntılarıyla incelemişti. Dikkat çeken nokta şuydu: İlk saldırıya geçen ve karşı
donanmayı ablukaya alan taraf üstün geliyordu. Tamamı göz önüne
alındığında, Almanların Şimal Denizi’ne açılmalarının önlenmesi gereği ortaya
çıkıyordu. Almanların Belçika ve ‘Hollanda’yı ele geçirmesi, İngiltere’den yalnız
iki saat uzaklıkta iki limana haiz olmaları anlamını taşıyacaktı.
Bu engelleme İngilizlerin Almanlara karşı olan politikalarının temel noktası
oldu. Belçika ve Hollanda topraklarının İngiliz koruması altında olduğu açık bir mesajla bildirildi. Bu bildiri, Almanların denizde hiçbir gücü olmasaydı, bu kadar
açık ve sert olmazdı.

Alman İmparatoru yanıt olarak, İngilizlere ve topraklarına karşı hiçbir
düşmanlık beslemediklerini bildirdi. Almanya’nın tek istediği, güneş giren bir
yer, ulusal itimat kazanımı ve enerjisini korumaktı. Bu sebeple yeni tabanca
tasarımına gitti. 12 inçlik silahları 13, 13.5, 14 ve sonunda büyük 15 inçlik
silahlar izledi. Paranoya yeni paranoyalar üretir oldu.

Almanlar gizlice Schlieffen Planını uygulamaya koydular. Bu planla Fransa’yı
ele geçirmek ve Belçika ile Hollanda’yı alttan fethetmek amaçlanıyordu. Öteki
zekice bir düşünce olarak, Wilhelm Hollanda’nın salgın edilmemesini ve böylece
İngilizleri fazlaca karşılarına almamayı düşündü. Böylece Belçika geçilmiş
olacak, Hollanda salgın edilmeyecek, Alman ordusu kilit noktalardaki Belçika
kalelerinde tutulacak ve direkt kuzeye gidip engellerle karşılaşılmamış
olacaktı.

Bu plan sonunda uygulamaya geçti. Sonraki bölümde ayrıntılarıyla açıklanacağı
benzer biçimde, sömürgeler birer birer düştü ve Belçika Almanlar tarafınca ele geçirildi.
İngiliz birliği Alman Çıkartmasını önleme amacıyla belli noktalara yığınak
yapmış oldu. Belçika limanlarının ele geçirilmesi ile Almanlar ve İngilizler arasındaki
bir cenk kaçınılmaz hale gelmişti.

Daha sonraki dört yıl içinde Alman birliği ciddi tek bir çıkartma yapmış oldu.
Her insanın yumurtası sepetinde durduğu için, iki taraf da ölümcül bir harbe
girmeyi yeğlemedi. Fakat 1916’da Alman birliği İngilizleri Tutland
sahillerinden püskürttü. Bu, ablukayı kırma hareketinin başlangıcıydı.
Savaşın sonunda Almanlar en azından taktik bir zafer elde etmiş oldular.
Batırdıkları vapur sayısı daha fazlaydı, fakat stratejik bir hata olarak Baltık’a
geri çekildiler ve saldırgan bir güç olmadılar. Öte taraftan bu durum İngilizleri
harbe girmeye zorladı. Bununla birlikte birliğine yatırım meydana getiren öteki bir ülke
olan ABD de harbe girmeyi düşünmeye başlıyordu.

Alman İmparatoru Mahan’ın kitabındaki püf noktasını anlayamamıştı: Bir
donanma kurduğunuzda yalnız bir güç olarak algılanmakla kalmıyordunuz, aynı
zamanda bir tehdit olarak da görülüyordunuz. Almanların 1918’de yenilmesiyle
beraber, İngilizler paranoya halinde Alman donanmasını kuşatmak ve ona el
koymak niyetinde idiler. Böylece tarihinde ilk kez Almanlar donanmalarını
İngiliz sularına göndermiş oldular.

Donanma İskoçya sahillerine İngiliz kontrolünde ulaştı. Büyük harcamalar,
hatalı bir siyaset, imparatorluğun çöküşünü getirdi… Almanlar son bir çabayla
İngilizlerden gemilerini kaçırdılar. Simgesel de olsa yaptıkları tek zekice
hareket buydu.