Aydın Doğan'a pijamayla karşılama olayını sordum | Ahmet HAKAN | Köşe Yazıları

28 Şubat’ın o karanlık günleriydi. ABD ekibi kurmuş, hükümetin son nefesini sayıyordu.
Ekibin başlangıcında Koç şeklinde ekonomik çıkar grupları vardı.
Kartel medyası denilen; Özgürlük, Milliyet, Vatan, Sabah ve Cumhuriyet Gazeteleri bu çıkar gruplarına ve din düşmanlarına tellallık yapıyordu. Aydın Doğan da bu tellalların başındaki tellaktı.
O karanlık odalarda devleti keseliyordu.
Ekipte; masonların kontrolündeki Kemalist sivil cemiyet örgütleri vardı.
Bu şer ekibine, Azgın laik solcu Yargı ve CHP bürokrasisi de eklendi. Kumarbaz Mesut da masadaki yerini aldı. Kahveci ise Çoban Sülü idi.


Gariban milletin ürkek hükümeti REFAH-YOL; askerler tarafınca tutsak alınıp, ellerine kelepçe vurulmuştu. 
Gözleri bağlı olarak getirilip, bu çakalların ortasına atıldı.
Bir taraftan Koç boynuzluyor, öte taraftan Kartel medyası tekmeliyor, STK’lar bıçaklıyor, Yargı bıçaklayanı kurtarıyor, Yansız olması ihtiyaç duyulan Fötrlü bıyık altından gülüyordu.
REFAH –YOL hükümeti azca dizlerinin üstünde doğrulsa, askerler tanklarını üzerine sürüyordu.
Milletin silahlarıyla milletin iktidarını kurşunluyorlardı.

İşte tam da o günlerdi. Erzurum’da Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek, Başbakan Erbakan’a Pez.. ile başlamış olan devamında oldukça ağır küfürlerle dolu bir konuşma yapmış oldu.

Erbakan'ı askerler severdi kendisi iyiydi, ama çevresinde kötüler vardı - Son dakika haberleri – Sözcü

Doğal olarak bu da bir tezgâhtı. Kartel medyasının Amiral Gemisi Özgürlük Gazetesi, Erbakan’ın hacca gitmesini fırsat bilip, “Hanedan Hac ’da.. Bu kaçıncı Hac” diye manşet atmıştı.
Bu gazeteyi sallayan Osman Özbek, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’na resmen küfretti.
Küfürbaz Osman bu vakayla ilgili seneler sonrasında bir FETÖ ayrıntısını söyledi;
– Bu ağır sözlerimden derhal sonrasında Vakit Gazetesi’nin temsilcisi bulunduğunu söyleyen birisi geldi. Konuşmamı oldukça beğendiklerini ve haklı olduğumu Fetullah Gülen’in de kendisini takdir ettiğini söylemiş oldu.
O süre da Vakit gazetesi asla aleyhimde değil.. Ağızlarından bal akıyor. Benimle ilgili haberleri yumuşatılmış güzel veriyorlar ve Erbakan’ı suçluyorlardı.
Sonradan Anayasa Mahkemesi üyesi olan Mustafa Yıldırım, o tarihte Kayseri Valisiydi. Beni aradı, “Başbakan Mesut Yılmaz’ın danışmanı, Erciyes Üniversitesi’nde profesör sana gelecek” dedi.
“Kimliği ne?” dedim, ‘Paşam bu Fethullahçı’ dedi. “Niye gönderiyorsun” dedim. Fazlaca ısrar etti dedi.
Üç şahıs geldiler. Bir tane defter çıkardı. ‘Osman Özbek olarak, Fetullah Gülen okullarını öven bir paragraf yazıp imzalamanızı istiyoruz’ dedi. Yıl 1998…”
Sonrasında ABD’ya gittim. Bu Fetullahçılar gene peşimi bırakmadı. Orada da beni buldular. ” Paşam Hocamız sizi oldukça seviyor. Vaktiniz müsaitse Pensilvanya’da konuk etmek istiyor” dediler fakat gitmedim.

İşte FETÖ bu şekilde bir teşkilat. Bu milletin öz değerlerine kim düşman ise anında onunla dost oluyor.
Maalesef bunu da din adına gösteriyor. Meselenin bu yönünü göremeyip adeta mankurtlaştırılmış FETÖ’cüler, CIA’nın içimize soktuğu bu örgütü cemaat sanıyor.

YAŞ’ta namaz kıldığı için ordudan atılan bir Binbaşı, ordudan atılmayan bir FETÖ’cü devresi için şunları söyledi;
– Kendisine iyi mi kurtulduğunu sormuş oldum. İçkiye başladığını söylemiş oldu. Hatta  “Abi Tanrı rızası için içki içerim” dedi. Ağzım açık kaldı.  Sonrasında bu yöntem ve kılık değiştirmeler onlara tane oldu.. Laikçiler şeklinde yaşantıyı seçtiler. Bilahare hanımını da açtı. 
Bu FETÖ’cü subay darbeye katılıp hapse tıkıldı. Mahkemeden müebbet hapis yedi.
Fetullah’ı dinleyip Tanrı’ın emrine karşı çıkarak ahiretini, CIA’nın emrini dinleyip darbeye katılarak dünyasını yaktı. Her neyse… Biz mevzumuza dönelim.
Rahat bir paşanın Başbakan’a küfürü ekibin gazetelerine manşet olmuştu.
Ben de TGRT’nin Ankara Temsilcisiyim. Enver Abi aradı.. “Ankara’da neler oluyor? Hükümetin buna bir cevabı olur mu? “ diye sordu.Ben de, “Pek sanmıyorum Efendim. Olacak olsaydı şu saate kadar olurdu” dedim.Enver Abi de, “Bir karşılık verilmezse, hükümet bitti anlamına gelir. Arkasından daha da ağır sözler ve işler gelir. Sen Hoca ile (Erbakan ile) bir konuş bakalım ne diyor” Dedi.
Peşinden da, “Yukarıdaki sözümü benim değil de kendi fikrin olarak söyle. Beni karıştırma” diye tembih etti.

Telefon kapatınca Başbakan Erbakan’ı aradım.
Hususi kalemine Mehmet Kahraman bakıyordu. Sağ olsun ben aradığımda bekletmez Hoca’yı bağlardı.
10-15 dakika sonrasında dönüş yapmış oldu Rahmetli Erbakan’ın beni Balgat’taki evinde beklediğini söylemiş oldu.
Derhal Balgat’a gittim.
Bunu size anlatmam lazım.
Hoca’nın evi şu şekilde;
İçeriye ilk girdiğinizde sol tarafta bir salon var. Uzunca bir salon.
Salondan içeriye girdiğimde oldukça şaşırdım.
Salonda hiçbir eşya yok. Odanın girişe gore en dip tarafında klasik türde oymalı 3’lü bir koltuk var. Onun sol tarafınca bir tekli koltuk var. Misafirlerin oturması için. Bir de o üçlü koltuğun önünde ve yanında sehpa ve telefonluk var.
Bunların haricinde salonda başka bir eş yok. Yerde tamamen halı kaplıydı.
İçeriye girdiğimde Erbakan Hoca yeni abdest almıştı.
Başlangıcında beyaz takkesi vardı.
Koltuğun ortasında bağdaş kurmuş ve çorabını giymeye çalışıyordu.
O süre cep telefon olsa tek kare fotoğraf çeksem sanırım senenin fotoğrafı olurdu.

Gerçi Erbakan Hoca’nın o rahatlığı beni yabancı görmemesinden daha doğrusu samimi bilmesindendi.
Başkalarına o doğallıkta olacağını sanmıyorum.
Her neyse..
Yandaki koltuğa oturdum.
Erbakan Hoca başladı anlatmaya..
Ekonomiyi konu alıyor, millete yaptıklarını konu alıyor. Hortumları kestiklerini konu alıyor fakat küfürbaz Osman ile ilgili tek kelime etmiyor.
Yarım saate kadar bu tarz şeyleri anlattıktan sonrasında; “Metin Beyciğim sebeb-i ziyaretiniz nedir? Yapacağımız bir şey var mı?” diye sordu.

Bende kendisine, “Hocam bu Osman adlı generalin sizinle ilgili sözleri bizi oldukça rahatsız etti. Rahat bir generalin benim Başbakanıma bu şekilde sözler etmesi yalnız beni değil tüm milleti üzdü. Bununla ilgili bir şey meydana getirecek mısınız? Kendisini emekliye sevk edecek misiniz? ” dedim.
Erbakan’ın yüzüne baktım, belli etmediği bir öfkesi vardı. Şöyleki yanıt verdi;
– Ben bu adamı tek başıma görevden alamıyorum. Sadece Cumhurbaşkanı görevden alabilir. Bunun için de benim yazı yazıp teklifte bulunmam lazım. Süleyman Bey benim yazımı asla onaylamaz ve işleme koymaz. Bir de o yazının bir nüshasını ilkin askerlere, öteki nüshasını da gazetelere yollar. Gerilim çıkartır. Arkadaşlara nabız yoklattım, imzalamam demiş.
Millet bizlerden hizmet bekliyor. Netice bekliyor. Bunlar ortalığı bu kadar gererken bir de biz buna alet olmayalım. 
Bunun üstüne ben de; “ Hocam en azından parti yada hükümet olarak bu hadsize bir yanıt verin” dedim Onu yapacaklarını söylemiş oldu ve hassasiyetim için teşekkür edip yakarma ettiğini söylemiş oldu.
Büroya dönünce Enver Abi’yi aradım.. Hoca ile konuşmamı anlattım..
Enver Abi’nin ilk tepkisi şu oldu; “ Demirel asla imzalamazdı fakat hükümet bir tepki göstermeliydi. Aynı sertlikte tepki gösterilmezse arkasından daha da beteri gelir. Dedi.

Nitekim Enver Abi’nin söylediği oldu.
Darbeciler Sincan’da tank yürüttü.

Askerler tarafınca kafasına tabanca dayayıp aç köpeklerin ortasına attığı hükümet, maalesef paramparça edildi.
Mütedeyyin Müslümanlar, başörtülü analar bile linç edildi.
Refah-Yol yardımıyla hortumları kesilen kartel ve kartel medyası siyasilerle bir olup, devleti soyup soğana çevirdi.
ABD’da soyguna katılıp, Derviş’i yolladı.
İç ve dış mihraklar devleti soyup soğana çevirirken, önlerine gericilik kemiği atılan bir grup laik asker de onlara gözcülük etti.

Gözcülük değil aslına bakarsak en büyük ihaneti yapmış oldu.
Vatanını sevip koruduğunu sanan Kemalist askerler, ülkesinin iç ve dış mihraklarca talan edilmesine göz yumdu. İşte bu yüzden Akıllı düşman ahmak dostdan evladır.
Dinin de devletin de sahibi Yüce Mevla’dır.

Cenab-ı Hak; parçaladıkları ulusal iradeden o şekilde bir kurt çıkardı ki, bu çakalların hepsini parçaladı.
Kemalist laikler; AK Parti nereden başımıza bela oldu diye şimdi boş yere ağlamayın.
Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste..
Bir dönemin yüce çınarı, gün gelir olur kereste..