Çehov’un tüfeğini bilir misiniz? Bu terimi ne olursa olsun bildiğiniz gibi da muhtemelen “Çehov’un tüfeği” şeklinde görmemiştiniz… Efsanevi Rus oyun yazarı Anton Çehov’un mektuplarında rastlanan dramaya ilişkin bu eleştiri ilkeye gore bir hikayedeki her unsur, gerektiği için orada olmalı. Zira sahnede gördüğünüz yada yönetmenin kadrajına düşen nerede ise her şeyin kinetik enerjiye dönüşmesi olası potansiyel bir enerjisi bulunur. Bir “varoluş amacı” olan her nesne o amacını bir halde yerine getirmeli. Çehov şöyleki özetliyor:

Hikâye ile ilgili olmayan her şeyi kaldırın. Eğer ilk bölümde ‘duvarda bir tüfek asılı’ diyorsanız ikinci yada üçüncü bölümde o tabanca patlamalıdır. Eğer ateşlenmeyecekse o tabanca orada asılı olmamalıdır.

Başka bir mektubunda ise “Patlamayacaksa sahneye asla dolu bir tüfek yerleştirmeyin. Tutamayacağınız sözler vermek yanlıştır” diyor Çehov. Burada “tüfek” elbet bir tek “tüfek” değil. Gereksiz diyaloglar, hikayeye hizmet etmeyen karşılaşmalar, karakterler; her şey…

Otel odasının yeni misafiri…

Fakat İnci Taneleri’nin 8. kısmı özelinde bu mevzuya değinmemizin sebebi hakkaten de bir tabanca. Dilber tüm “yapma”lara, “etme”lere karşın ruhsatsız bir tabanca edindi. Yaşamını sığdırdığı o otel odasında artık bir tabanca mevcut. Çehov’un ilkesine gore artık o odada tabanca, Alişan, Çoci ve Dilber beraber kalıyor.

Benzer bir ilkeyi unutulmaz yönetmen Alfred Hitchcock da tanım eder. İzleyiciyi diken üstünde ve dikkat kesilmiş bir pozisyonda tutan “Endişeli beklenti” ile şok tesiri yaratan “sürpriz” arasındaki farkı tanımlayan Hitchcock şu ifadeleri kullanmakta:

Endişeli beklenti ve sürpriz içinde bir fark mevcut ve hâlâ birçok film bu ikisini devamlı karıştırıyor. Ne demek istediğimi şöyleki ifade edeyim: Aramızda duran bu masanın altında bir bomba bulunduğunu varsayalım. Hiçbir şey olmuyor ve sonrasında ansızın ‘Bom!..’ Patlama gerçekleşiyor. Izleyici şaşırır sadece bu sürprizden ilkin oldukça basit bir sahne görülmüştür, haliyle hususi bir netice yoktur. Şimdi ise kaygı durumunu ele alalım. Bomba masanın altında ve izleyici bunu biliyor. Bu koşullarda tehlikesiz konuşmalar dahi etkisi altına alan olur zira seyirci sahneye katılıyor.

Her neyse biz bu çerçevede Dilber’e dönelim; Dilber birazcık da bile bile, gore gore bu riski aldı. Baştan beri aslen başına gelebilecekleri, gözü dönmüş Zahir’in kendisine ve sevdiklerine asla çekinmeden neler yapabileceğini biliyor. Hem de herkesten daha iyi biliyor. Sadece umar ruhsatsız bir tabanca edinmek midir?.. Doğal ki değil. Peki o süre umar ne? Aslen umar hukuka ve kolluk kuvvetlerine güvenmek lakin iş bununla bitseydi “hanım cinayetleri” de dahil olmak suretiyle, bildiğimiz suçların hiçbiri işlenemiyor olurdu değil mi? Ne yazık ki yaşamın dinamikleri kimi zaman başka türlü işleyebiliyor.

Dilber’e silahı temin eden resepsiyonist ve kazıbilimci İzzet, hanım cinayetleri hakkında fazlaca fazlaca çarpıcı bir tespitte bulunacaktı. “Bu bir seri katil vakası değil mi hocam, failin çeşitli olduğu” diyen İzzet, Dilber’e hak verirken Çehov’un tüfeğini de sahneye getiren isim oldu.

Değişik değişik ‘yaşamayan bilmez’ eşikleri

Dizide elbet masanın altında başka bombalar da bulunuyor. Bunlardan biri de Hatice’nin önceki bölümlerde Kuyucak’ta Azem’i görmesiydi. Bunun gerçek bir karşılaşmaya ne süre döneceği ve olası bir karşılaşmanın Piraye’nin evindeki dinamikleri iyi mi etkileyeceği merak mevzusuydu. Hatice ilkin Azem’in anlattığı kadarıyla bu hususi durumu anlayışla karşıladı. Zira kendisi de aynı konumdaydı sabıkalar ve nahoş geçmişler Hatice cephesinde de gizlenmişti sadece Hatice, Azem’in Özgür’ün annesini öldürmüş olduğu nedeni öne sürülerek hapis yatmış olduğu bilgisini öğrenince derinden sarsıldı.

Bu mevzu çerçevesinde Özgür’ün üvey anası Güngör Hanım’ın tavrı ise “yaşamayan bilmez” eşiğinin her vakada ve hepimiz için fazlasıyla değişik olabileceğini gösteriyordu.

Güngör Hanım, Azem’in Piraye’nin evinde işe girerken adını Adem olarak değiştirmesine epey şaşırıyordu sadece Azem’in bu yola başvurması o kadar da garipsenecek bir durum değil. Hatta bunu Özgür de Hatice de neredeyse düzgüsel karşıladı. Bu kadar “Piraye’nin evi” demişken Azem’in etrafındaki bir başka “endişeli beklenti” noktası daha değişik bir beklenti doğurarak açığa çıktı. Görünen o ki Piraye’nin Azem’i yakınında tutma isteğiyle de sunmuş olduğu teklif; Azem’in klasik İK süreçlerinden geçmemesini ve bir plazada dikkat çekeceği bir kalabalık içinde çalışmak zorunda kalmamasını sağlayacak şeklinde.

Fakat Azem’in evin içine bu kadar girecek olması başka bir “endişeli beklenti” yaratıyor. Piraye’nin şoförü Niyazi’nin Piraye’nin abisi Talip Salacak’a ajanlık yapmayı kabul etmesi bihaber tarafta Azem’i bırakacak. Girişte vurguladığımız suretiyle hiçbir şey sebepsiz olmuyor.

Izleyici de Azem de “Bu Niyazi ne ayak?!” diye sorup duruyordu kendi kendine… Anlaşıldığı suretiyle Niyazi de fazlaca fazlaca naturel bir halde “Bu Azem ne ayak? Bu otelde kalmalar falan…” diyordu içinden… Azem, Piraye’nin evine adımını ilk attığı andan itibaren Niyazi ile pek de karşılık alamadığı bir didişmeye girmişti. Bu bölümde Niyazi’nin Azem’e iyi davrandığını ve ılımlı yaklaştığını gördük. (Naçizane, Niyazi’nin niçin aniden Azem’e sıcak davrandığını bir süre daha merak etmek arzu ederdim.)

Azem ile Özgür bu kez Özgür’ün daha makul bir yaklaşımıyla konuşurken ikilinin gelecek bölümlerde izini kaybettirmiş Dere’i araması umut ediliyor.

Gelelim bölümün en gerçek hissettiren ve en çarpıcı sahnesine. Azem rüyasında kızı Dere’le dertleşti, ondan güzel bir tavsiye alarak Özgür’ü bir kez daha konuşmaya çağrı etti. Bu kez daha agresifti, boynunu eğmeden fazlaca gerçek bir talep ve yaklaşımla Özgür’ün karşısına çıktı. Oldukca acıklı bu sahnede Özgür oldukça haklı halde “Sen yapmadıysan kim yapmış oldu?” diye bir kez daha sordu ve bu kez bir söz aldı. “Dere’i beraber bulacağız, onu bulunca birlikte konuşacağız, her şeyi anlatacağım” diyordu Azem.

Bu anlaşılabilir bir antak kalma. Eğer Hande’yi Dere öldürdüyse ve suçu Azem üstlendiyse Azem, Özgür’ün Dere’e karşı bir intikam hissi beslemesini istemez. Kim bilir ters köşe olacağız, gelecek bölümlerde göreceğiz… En sonunda bu gerçek ortaya çıkana kadar Özgür’ün Azem’e sarılmak istememesi, yelkenleri tamamen suya indirmemesi oldukça mantıklı. Fakat gene de Özgür’ün “babadan yana çekmiş olduğu sınavda” artık geçer not almak istediğini ve buna fazlaca fazlaca gereksinim duyduğunu gözlerinden okuyabiliyoruz…