Yazısında ressam Osman Hamdi Bey’i mercek altına alan Mustafa Armağan, birilerinin bu adamı adeta evliya benzer halde yansıttığını belirterek gerçekte ise Osman Hamdi’nin Kur’an’ı ayaklar altına alacak kadar batı hayranı ve ateist bir kişi bulunduğunu söylüyor.

İşte Mustafa Armağan’nın o yazısı;

Matbaanın din adamları yüzünden Osmanlı’ya geç geldiği, Zenbilli Ali Efendi’nin halka tepeden bakmış olduğundan zembilini sarkıtarak fetva dilekçelerini toplamış olduğu, Osmanlı alimlerinin üçgenin iç açılarının toplamının kaç aşama bulunduğunu bilmedikleri benzer halde yığınla efsaneleşmiş elini kolunu sallayarak geziyor aramızda. İşin garibi, çürütmekle de dağılıp gitmiyorlar, bundan dolayı onları suiistimal edenlerin ilimle alakaları yok. Ve ilimle alakası bu seviyede seyreden bir millete “ne versen gidiyor”.

Uyanış başladı oldukca şükür, sorgulayan bir nesil geliyor fakat nerede ise kafi değil. Onlara öncülük edecek beyinlerin enerjisini dağıtmaması gerek. Zira sorgulamamız gereksinim duyulan yüzlerce belalı efsaneleşmiş, tabu ve ezber var; dahası, nice ‘münevver’in nesiller boyu uğraşsa poşetlere doldurmaya kadir olamayacağı oranda ‘çöp’ ortalığa saçılmış durumda.

İşte ‘Osman Hamdi efsanesi’ de aramızda dolaşan belalılardan. Öyleki ki, dini tüm bazı kişiler bile onu neredeyse evliya katına çıkaracak komikliklere tevessül ediyor, Batılılardan aferin almak için yapmış olduğu özenti resimlerine kılıflar bulmak için seferber oluyorlar.

Hem de dinle diyanetle en minik bir alakası olmadığı, hatta ateist olması durumunda! Bana inanmayan, Edhem Eldem’in Osman Hamdi Bey Sözlüğü’ndeki “Din” maddesinde yazdıklarına baksın ve utansın (Kültür Bakanlığı: 2010, s. 173-176).

Hem de iki karısını da Fransızlardan seçtiği ve evinde Fransızca konuşmayı tercih etmiş olmasına rağmen!

Hem de kendisini Müze Müdürü oluşturan velinimeti Sultan 2. Abdülhamid’e –haşa huzurdan- ‘havyan’ söylediği bilinmiş olmasına rağmen!

Hem de alafranga giyinip açıkca içki içmek, dindarlarla ‘yobaz’ diye alay etmek benzer halde oldukça İslamcı(!) meziyetleri bulunmuş olmasına rağmen!

Ve hem de resimlerinin asla birinde İslam’a bir din olarak saygı göstermediği, aksine bir resminde ‘komut’ söylediği bir genci yüzükoyun sedire uzatarak Kur’an okuttuğu, bir başkasında ise Bursa’daki Yeşil Camii’nde iki açık hanıma tambur ve def çalınmış olmasına rağmen!

Ve dahi hem de aslolan isminin Yaratılış bulunduğunu öğrendiğimiz tablosunda mihraba arkası dönük bir halde Kur’an rahlesine oturttuğu Ermeni kızın ayakları altına Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i attığı halde!

Evet tüm bu biçim şeyleri ve daha fazlasını yapmış olmasına rağmen hala Osman Hamdi’yi ‘Efendim, o kendi zamanındaki din algısını eleştirmek için, Kur’an’a sırtınızı döndünüz, haliniz bu demek için yapmış oldu’ demenin akılla, mantıkla, dindarlıkla bir alakası bulunmuyor ne yazık ki.

Bir ressam düşünün ki, milletin vatan ve bayrak sevgisini kafi bulmadığını, onlara lakayt kaldıklarını göstermek için ayyıldızlı bayrağımızı bir kadının ayakları altında çiğnetsin ve ikimiz de bunu alkışlayalım! ‘Adama bak, ne müthiş bir ironide bulunmuş’ diye bayrak aşkından dem vuralım! Olacak şey mi?

Fakat oluyor: Kur’an’ı, Ayet el-Kürsi yazılı mihraba sırtını dönmüş, başı açık ve göğüs dekoltesi bile bulunan, rahlenin üzerine oturtulmuş bir gayrimüslim kadının ayakları altına atan bir ateisti milletin Kur’an’a bigane kalışından içi sızlayan bir evliya benzer halde göstermek için tevil tevil üstüne çevirenler çıkıyor ne yazık ki.

Bu toprakların evladı değil

Sanat tarihçilerimizden Zahir Güvemli bundan 64 yıl ilkin hakkında neler yazmış, kulak verelim:

“Hamdi Bey, (…) bir Avrupalının merak edeceği, görmekten hoşlanacağı mevzuları işlerdi. Doğrusu bu toprakların evladı olarak değil, bir seyyah benzer halde görürdü.”

Kendi ülkesini bir Avrupalı benzer halde görmek, bu toprağın bir evladı olarak değil, bir seyyah benzer halde evveliyatına ve kültürüne bakmak… İşte ressam Osman Hamdi buydu.

Güvemli’nin tespitlerini Osman Hamdi’nin ağabeyi İsmail Galib’in torunu olan Prof. Edhem Eldem de doğruluyor (cümle bozukluğu toruna ilişik):

“Osman Hamdi, Fransız kültürü, sanat dünyası, fotoğraf, klasik Grekoromen uygarlığı benzer halde olguların çevresinde inşa edilen bir kimliğe haiz olarak oldukça “alafranga” ve kosmopolit olarak tanımlanabilecek bir zihniyetin hakim olduğu bir profile sahipti. İdeolojik olarak ise ülkesine karşı duyduğu hislerin vatanperverlik ile medenileştirme misyonu içinde gidip geldiğini, sonrasında gelişecek olan millî ve milliyetçi hislerin kendisinde pek mevcut olmadığı göze çarpmaktadır.”

Demek ki bu topraklarda bir “seyyah” benzer halde yaşayan ve kozmopolit ve alafranga bir zihniyete haiz, kendini halkı medenileştirmekle görevli sayan bir tip karşısındayız.

Güvemli haklı olarak ressamlığından ziyade müzeciliğinin önemli bulunduğunu söyler. Peki zannedildiği benzer halde ülkemizin arkeolojik eserlerinin yurt dışına kaçırılmasına engel olmuş mudur?

Arkeoloji çevrelerine hakim olan yaklaşım, Osmanlı padişahlarının eski eserlerin Avrupa’ya kaçırılmasına göz yumdukları fakat Osman Hamdi’nin buna engel olmak için çırpındığı şeklindedir. Oysa yakınlarda Pera Müzesi tarafınca gösterilen Osman Hamdi Bey veAmerikalılar adlı kitapta bizzat eski eserlerin kaçırılmasına göz yumduğu, hatta kaçırılmasına çaba ettiğine dair deliller sunulmuştur.

Yaşar Yılmaz’ın Anadolu’nun Gözyaşları adlı kitabı ise arkeolojik eserlerimizi kaçırmak isteyen yabancıların Sultan ve Sadrazamdan oldukca Osman Hamdi ile aralarını hoş tuttuklarını, başta Milet, Bergama, Assos’tan çıkanlar olmak suretiyle birçok kültürel değerimizi yurt dışına onun zamanında kaçırdıklarını gözler önüne serer.

Eski yaratı Kaçırılmasına göz yumdu

Osman Hamdi eski eserlerin kaçırılmasına göz yummakla kalmamış, bizzat Beyrut’taki Danimarka Konsolosu’nu ziyaret ederek kendilerine Maraş civarlarındaki bir Hitit ören yerini kazma izni vermeyi teklif etmişti. Hatta Batılılara şirin gözükmek için yapmış olduğu oryantalist tablolardan birini Pennsylvania Üniversitesi sırf onu tavlamak için satın almış, Osman Hamdi de bu itibarlı ödüle ‘son aşama kıymetli çivi yazılı tabletlerden seçme bir koleksiyon’ armağan ederek karşılık vermişti!

İşte bir mektubunda ABD’li J. Haynes, Osman Hamdi’yi ziyaretinden sonrasında Amerikan Arkeoloji Birliği Başkanı Norton’a şunları yazıyordu:

“Güzel görüşmenin sonunda yanından ayrılırken Hamdi Bey kendiliğinden ‘Şu Assos’ta duran şeyleri ne süre alacaksınız?’ diye sordu. Sorusunu, ‘Ekselansları ne süre izin verirlerse’ diye yanıtladık. Buna cevabı ‘Verdim bile’ oldu.” (Nakleden: Yılmaz, age, s. 244)

Verdim bile, aldım bile… Ve bu yağma bu şekilde devam edip gitti.

Osman Hamdi bırakın eski eserleri kurtarmayı, tam tersine yurt dışına kaçırılmasına çanak tutmuştu.

Batı bizlerden birini kolay kolay yüceltmez. Yücelttiklerinden ne olursa olsun ya bir çıkarı olmuştur ya da olacaktır. Devrinde “Osmanlıların en Parislisi, Parislilerin en Osmanlısı” diye namı çıkan Sakız Rumlarından İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Osman Hamdi’yi yeni bir gözle değerlendirmenin zamanı geldi de geçiyor bile.

Edhem Eldem birazcık dersine çalışsaydı keşke!

Prof. Eldem Osman Hamdi Bey Sözlüğü’nde (s. 492) Yaratılış tablosunda görünen bir kitap adını benzete benzete “Sakiyâ Mevlâ”ya benzetmiş! Her her neyse ki bir türlü çözemediğini itiraf etmiş! “Sakiyâ Mevlâ” ne demek yahu? “Mevlâ’nın Sakisi” mi? Asla yakışmadı. Bir iyilik edeyim de Prof. Eldem sonraki baskıda düzeltsin. “Mevlâ” diye okumuş olduğu kelimenin “Muni” olduğu ya’nın üstündeki noktadan belli. Lam değil, nun o harf. O süre kitabın adı Sâkya Muni oluyor, şu demek oluyor ki Buda’ya verilen isim. Sakya kabilesine mensup bilge anlamında. Esasen yerde duran bir başka kitabın adı de Zend Avesta değil mi? Birazcık dikkat mirim!