Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinde liderlik yapan ve bölgenin ingiliz sömürgeciliğinden kurtulmasını sağlayan dînî ve siyasî önderdir.
O, 1869 yılında Hindistan’da zengin bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş, iyi bir eğitim görerek yetişmiş, ingiltere’de hukuk tahsili giördükten sonra Bombay’a dönüp bir kaç yıl avukatlık yapmış, daha sonra da Güney Afrika’ya taşınarak buradaki Hintli vatandaşlarının haklarını savunmak için etkin çalışmalara girişmiştir. 21 yıl kadar Güney Afrika’da kalan Gandhi artık iyice tanınan bir mücadele adamı olarak
Hindistan’a dönüp ülkesinin bir ingiliz sömürgesi olmaktan kurtarılması için çalışmalarını hızlandrırmıştır.
O, halkının kendine verdiği Mahatma, yani “Yüce Ruh” ismiyle giriştiği mücadelelerinde şiddet karşıtlığını savunmuş, sivil itaatsizliği, pasifizmi ve uzlaşmacılığı öne çıkarmıştır. Eğer bu yöntem bütün halk tarafından kabul görür ve ingiliz malları ve idarecileri pasif bir direnişle etkisiz hâle getirilebilirse memleket kurtulacaktır.
Gerçekten gittiği her yerde bu barışçı yöntemi  öğütleyen Gandhi başarılı olmuş ve bir süre sonra bu ağır amborgaya dayanamayan ingilizler Hindistan’ı terketmek zorunda kalmışlardır.
Artık onların kaba kuvvetleri işe yaramamakta, halk hiç bir emirlerini dinlemeyerek bütün kararları boşa çıkarmaktadır.
Gandhi defalarca tutuklandığı halde açlık grevleriyle mücadelesini sürdürmüş ve Hintliler tarafından yüksek bir dînî ve siyasî lider olarak kabul edilmiştir. O, birlikte yaşadıkları Müslüman halklara da barışçı yaklaşımlar göstermiş, tek bir Hindistan hayaliyle yaşadığı halde Müslümanların kurduğu Pakistan Devleti’ne de karşı çıkmamıştır.
“Şiddet göstermemek, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, itikadımın da son maddesidir” diyen Gandhi 30 Ocak 1948 tarihinde, Yeni Delhi’de, radikal bir Brahman tarafından vücuduna üç kurşun sıkılarak öldürülmüştür. Onun ölüm haberini alan Hintliler büyük bir üzüntü yaşamış ve cenazesi görülmemiş bir kalabalık tarafından yakılarak külleri Ganj Nehri’ne dökülmüştür.