Her ne kadar başlarda Oblomov gibi bir aşk sürüncemesi ve klasik abartılı sevgi yoğunluğu tadından dolayı hayal kırıklığı yaşasam da üçyüzlerden sonra bu durum yerini akıcılığa, hayatın bir kesitine eşlik etmeye doğru gitti.

Aynı zamanda karakterin olgunlaşması ve bazı şeyleri farketmesiyle değişen kitap, hakikaten Jack London’ın yarattığı en iyi karakterlerden biri haline geldi. Otobiyografik roman olarak ele alınan Martin Eden’de kitabı yaşayarak okumanız kaçınılmaz. Karakterle beraber büyümek, olgunlaşmak ve olaylara bakış açısının değişmesini gözlemlemek çok iyi.

Jack London’un hayatının benzer noktalarına bu tip bir bakış hakikaten enteresan bir deneyim oluyor. Özellikle hayatın zorlukları karşısında bulduğu destekler ve kendisine sunduğu çözümlerle devam etmek iyi bir deneyim. O zamanların Amerika’sında yaşananların sertliği elbette günümüzle kıyaslanamaz ama sanki az biraz benzer bir dünya var günümüze gelindiğinde.

Tabi büyük bir fark var. Artık o zamanların sevgileri ya da modern zaman aldatmacası adı ile aşkların yaşanması çok daha farklı. Yüzeyselliğimizin yanına eklenen maddiyat ve şekilcilik ile güzel güzel yaşadığımızı sanıyoruz yaşatıldığımızı sandığımız küçük dünyalarımızda.

Özellikle en sonunda varoluşun muazzam kaosundan kaçma isteği ve vurucu diye adlandırabileceğimiz sonu ile okunması gereken kitaplar arasında.

İyi okumalar.

Kitap adı: Martin Eden
Orijinal adı: Martin Eden
Yazar: Jack London
Çeviri: Levent Cinemre
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları / Modern Klasikler Dizisi
Sayfa: 530
Baskı: 2016
Tür: Roman

Martin Eden – Jack London

Arka kapak;

Jack London’ın yarı otobiyografik romanı Martin Eden, 20. yüzyıl başında sosyal ve ideolojik meseleler ağırlıklı içeriğiyle Amerikan edebiyatında büyük ölçüde kabul görmüştür. London farklı sınıflar arasındaki zihniyet ve değer farklarını gözlerimizin önüne sererken, statü ve servetin Amerikan toplumundaki hayati önemine işaret eder. Romanın ana temalarından biri, başarı ve refah yolunun sosyal sınıf farkı gözetilmeksizin herkese açık olduğu şeklinde özetlenebilecek Amerikan Rüyası’dır. Ya da bu idealin yarattığı muazzam hayal kırıklığı…

London, romanı bir sanatçının çıraklıktan olgunluğa geçiş sürecini işleyen Künstlerroman geleneğinde yazmıştır. Martin’in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık…