Niçin gözyaşı dökeriz?

İnsan bir yakınını kaybedince, başarısından dolayı bir ödül kazandığında, duygusal bir film seyrederken, senelerdir üstüne titrediği çocuğunu evlendirirken yada oldukca haklı olduğuna inanılmış olduğu bir mevzuda haksızlığa uğradığında gözyaşlarını tutamaz.


Sebepleri oldukca değişik de olsa tüm bu vakalar karşısında gözlerden akan damlalar ruhsal bir boşalma sağlar. İnsan ağladıkça açılır, ferahlar şeklinde görünür. Sadece gözyaşının arkasında yatan ruhsal ve biyolojik mekanizma hala tam anlaşılmış değildir.
Ağlama şekli insandan insana değişmiş olduğu şeklinde gözyaşı dökmenin de değişik biçimleri vardır. Aslına bakarsak gözlerimize devamlı gözyaşı salgılanır. Bunlar göz kırpmamız yardımıyla gözlerimizi korur ve sürekli nemli kalmalarını sağlarlar.

Bundan başka soğan doğrarken yada mangal yakarken dumanın gözümüze kaçması sonucu olarak döktüğümüz yakıcı gözyaşları vardır. Son olarak da aslolan mevzumuz olan, üzüntü, aşırı luk yada benzeri gerginliklerimize tepki olarak döktüğümüz ruhsal gözyaşları vardır.

Ruhsal ağlama konusunu ilk inceleyen Darwin oldu. Doğal her şeyde olduğu şeklinde bunu da evrim teorisine bağladı. Ona gore ruhsal tepki ve ağlama bir davranış şeklinin tümü idi. Evrim sürecinde bu tepki içinde anlam ifade etmeyen bir işlevi olan gözyaşı öne çıktı. Bu teoriye karşı çıkanlar gerekçe olarak gene Darwin’in naturel seçme ve ayıklama teorisini ileri sürdüler. Buna gore evrim içinde insan için yararlı fonksiyonlar öne çıkmakta, ötekiler körelmekte ve gözyaşı anlam ifade etmeyen bir fonksiyon ise evrim süreci içersinde yok olması gerekirdi.

Yirminci yüzyılın ortalarında ortaya atılan bir öteki teoriye gore ise hıçkırarak ağlayınca dökülen gözyaşlarının hastalıklara karşı korunmamıza yardım eden yaşamsal bir kıymeti vardır. Gözyaşı dökmeden hıçkırarak ağlarken nefes kesiliyor, burun ve boğazdaki koruyucu zarlar kuruyor ve bakterilerin istilasına uygun bir ortam haline geliyorlar. Oysa ağlarken burun pasajına akan gözyaşları bu kurumaya engel oluyor.

Doğal bu teoriyi ileri sürenler her insanın hıçkırarak ağladığını varsayıyorlardı. Oysa insanların bir çok hıçkırmadan sessiz sessiz ağlarlar. Bu teoriye gore spor yaparken burun ve boğazları kuruyan sporcuların da gözyaşı dökmeleri gerekmekteydi.

Pek akla yakın gelmeyen bu iki teoriden sonrasında bir hipotez daha ileri sürüldü. Buna gore de ruhsal sıkıntılar esnasında vücutta bir ekip kimyasal maddeler oluşuyor, bunlar tıpkı ter, idrar, dışkı yardımıyla toksik maddelerin vücuttan atılışına benzer şekilde gözyaşı ile vücuttan uzaklaştırılıyorlardı.

Bu kuram doğru ise ruhsal gözyaşları ile soğan doğrarken akan gözyaşlarının kimyasal yapılarının değişik olmaları gerekiyordu. Meydana getirilen deneyler sonucu görüldü ki, ruhsal gözyaşları, soğan (yakıcı) gözyaşlarından daha çok protein içermektedirler. Fakat hemen hemen bu farkın nedenini açıklayacak bir kanıt bulunabilmiş değildir. Luk ve üzüntü gözyaşlarının da aralarında kimyasal bir fark olup olmadığı halen araştırılmaktadır.

Dünyadaki yaratıklardan bir tek insan ruhsal nedenlerle ağlar. İnsanı değişik kılan bu durum da şüphesiz yaşam tarihindeki evriminin bir sonucudur. Direkt gözünü rahatsız edecek bir şey eğer olmazsa yeni doğan bir bebek doğumundan bir kaç hatta sonraya kadar gözyaşı dökmezsizin ağlar.