osmanli-doneminde-aydinlatma-cozumleri-ve-elektrikle-ilk-tanisma

Tarihsel süreç süresince insanoğlu, hayatlarını devam ettirebilmek için birçok arayış içinde bulunmuşlardır. Bu arayışlardan biri de bulundukları ortamı iyi mi aydınlatacakları olmuştur. Genel olarak bakıldığında bu aydınlatma problemininin tarih öncesine dayandığı ve devrin getirdikleri şartlara gore de kendi için de ara sıra çeşitli yöntemler denemiş olduğu görülmüştür.

Gaz Lambası

Tarih öncesi çağlarda elektrik enerjisini kullanmadan ilkin değişik enerji kaynakları ile aydınlatılma sağlanmıştır. Osmanlı Döneminde ise çoğunlukla mum, meşale ve yağ lambası benzer biçimde elde taşınmaya uygun, kolay aydınlatma şekilleri tercih edilmiştir. Erken Osmanlı Döneminde sokaklarda ışıklandırmaya dair bir sistem yoktu.

gaz-lambasi-yakicisi

Elde taşımaya uygun olduğundan mum ve kandillerin yaymış olduğu ışığı yanlarında götürebilmişlerdir. Bu sayede geceleri güvenlik açısından problemli olan yaşam seçimi için halka yeni bir görüş açısı vermiştir.

Bir süre sonrasında sokaklara kandiller ve fenerler taşındı. Bu gelişme ile beraber IV. Murat döneminde (1623 – 1640) yatsı namazından sonrasında fenersiz dolaşmak yasaklandı.

  1. yüzyıla kadar saray, hane ve konaklar çıra, kandil ve balmumları ile aydınlatılmaktaydı. Vakit içinde zengin aileler konak ve yalılarının önlerine kandiller asmaya başladılar.

Her geçen gün giderek yaygınlaşan bu amatörce yöntem ilk cadde ve sokak aydınlatma emek vermesi olarak başlamış bulunmuş oldu.

Hava Gazının Keşfi

Tüm dünya ile paralel ilerlemekte olan bu aydınlatma emek harcamaları mühim bir gelişmeye sebebiyet verdi. O dönem için mühim sayılabilecek bir adım atıldı.

Maden kömürünün yakılması ile elde edilmiş havagazı bilhassa aydınlanma ve ısınma için kullanılmaktaydı

Havagazının Londra’da 1807 senesinde sokak aydınlatılması olarak kullanılmaya başlanmasıyla resmen gündelik yaşamın bir parçası olarak yer edindi.

Hemen sonra 1817’lerin başlarında ABD’nın Baltimore şehrinde kullanılmaya başlanan havagazı öteki ülkelerde de yayılmaya başladı.

1820 senesinde Paris’te bir sokakta karşımıza çıkan havagazı kullanımıyla yağ lambalarının kullanımı giderek eskilerde kalmış oldu.

Bu süre zarfında Osmanlı Devleti de batıdaki gelişimleri yakından takip etmekteydi. Mümkün olduğunca gelişimleri ve yenilikleri geçirme etmeye çaba göstermekteydi.

Dünyada ve Türkiye’de dolayısı ile İstanbul’da da çağdaş aydınlatmanın öncülüğü yapılmak istendi. Bu süre zarfında İstanbul’da geceleri fener taşımak hala mecburi haldeydi.

  1. Murat döneminde fenersiz gezmenin yasaklanmış olması da devam etmekteydi. Hepimiz fener taşımak zorundaydı.

Fenersiz yakalanmanın cezası vardı. Fenersiz gezmeme kuralına uymayanlar için iki tür ceza vardı. Cezaevine gönderilmek ya da hamam külhanlarına atılarak sabaha kadar külhanları yakmak zorunda kalmak.

Fransa ve İngiltere’de yaygınlaşan havagazı kullanımı sırasıyla tüm coğrafyaya yayılmış durumdaydı. İstanbul’da havagazının kullanımı ise Sultan Abdülmecid (1839 – 1861) dönemine denk gelmiştir.

İlk olarak 1853 senesinde Dolmabahçe Sarayının aydınlatılması ile havagazı kullanılmış oldu. Dolmabahçe sarayının aydınlatılması işlevini görmeye devam etmesi içinde saray ahırlarının arkasına Dolmabahçe Gazhanesi inşa edildi.

dolmabahce-gazhanesiİlk başta bir tek Dolmabahçe sarayının aydınlatılma işlevini görmekteydi. Üretim fazlalığının artması ile 1856 senesinde o dönemde Cadde-i Kebir adıyla malum bugünkü İstiklal caddesi aydınlatıldı.

Her türlü yeniliğe açık olan Abdülmecid döneminde, ilkin Bölme’den Galatasaray’a ondan sonra da Galatasaray’dan Tünel Meydanı’na sonrasında da Kadıköy’e kadar sıralanan lambalar ve Dolmabahçe Gazhanesinden çekilen döküm şebeke boru hatları ile gaz verilerek sokaklar aydınlatılmıştır. Hatta İstiklal Caddesinin aydınlatılmasından sonrasında Pera’daki zengin ailelerinin konutlarına havagazı dağıtımına başlanmıştır.

Sonraki on yılı aşkın sürede İstanbul’un neredeyse her noktasında havagazı ile aydınlatma sistemine geçilmiş oldu. Artık İstanbul’da havagazı ile geceleri aydınlatma günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş oldu.

Bununla beraber Dolmabahçe Gazhanesi tek başına kafi olamamaya başlamasıyla beraber sırayla 1865 senesinde Kuzguncuk Gazhanesi, 1880 senesinde Yedikule Gazhanesi, 1891 senesinde ise Hasanpaşa Gazhanesi yapılmıştır. Zira tüm caddelerin havagazı ile aydınlatılıyor olması belediyelerin başlıca görevlerinin arasına çoktan girmişti bile.

Osmanlı Elektrikle Tanışıyor

Avrupa’nın gelişmiş şehirleri 1880 senesinde elektrik ile aydınlatılmaya başlanmış olmasına karşın İstanbul’da uzunca bir süre havagazı kullanımı sürdü. Bunun en büyük sebeplerinden biri o devrin padişahı olan II. Abdülhamid’in elektriğin kullanımına mesafeli olmasıydı. Fakat 1878 senesinde İstanbul sokaklarının elektriklenmesine yönelik ilk adım gerçekleşti.

Bir Fransız firmasına ilişik olan Société Générale d’Electricité de Paris (Paris Umumi Elektrik Şirketi) İstanbul sokaklarını aydınlatma çalışmalarını üstlenmeyi talep etti. Taleple ilgili pozitif dönüş meydana getiren II. Abdülhamid ile 7 Eylül 1879 tarihinde, Paris Umumi Elektrik Şirketi’ne ayrıcalık veren ferman-ı âli çıktı.

Şirket temsilcisi Charles Toucas, 13 Kasım 1879 tarihinde yurt dışından gelecek olan işçilerin ve aletlerin Yıldız Sarayı’nda tecrübe etme yapılmasına izin verilmesi için başvuruda bulunmuş oldu.

Osmanlı Devleti’nin onayına ve başvurunun kabul edilmesine karşın 1879 yılındaki bu girişimden maalesef negatif bir netice çıktı.  Her ne kadar negatif netice çıkmış olsa bile elektrik gündemi Osmanlı Devleti’nin gündemine girmiş oldu.

Elektriğin ne kadar mühim bulunduğunu bilen devlet, eğitim almaları için yurt dışına öğrenciler gönderdi.

Bu gelişmelerden sonraki adım ise artık ülkede bir elektrik fabrikası oluşturmak oldu. Bunun için Paris’te tahsilini yapmış olup ülkelerine dönen Ramiz, Hüsnü ve Faik beyleri beklediler.

Haliç’teki tersane bünyesinde inşası kurulan yapınak, çalışmaların sonunda 1888 senesinde tamamlanmış oldu. Haliç Tersanesi’nde kurulan ilk elektrik fabrikası ile fenerler ve gemiler için lüzumlu olan tüm imalatların yapılması sağlandı.

İlk Elektrik Fabrikasının Kurulması İle Aydınlatma Yeniden Gündemde

İlk elektrik fabrikasının 1888 senesinde kurulmuş olması elektrikle aydınlanma mevzusunun tekrardan gündeme gelmesine sebep oldu.

Şehirdeki bazı binaların elektriklendirilmesi de akla gelen fikirler arasındaydı. 1889 yılının şubat ayında binaların elektriklenmesi ile ilgili mevzu yine gündeme geldi.

Mekteb-i Endüstri öğrencilerinin iaşesini temin eden Galata’da bir mağaza bulunmaktaydı. O devrin tüccarı Mösyö Estaban tarafınca kiralanmıştı.

Mağazaya yerleşmeden ilkin tadilat yaptırmak isteyen Mösyö Estaban elektrikli aydınlatma talebi ile elektrik mevzusunun yine gündeme gelmesine sebep oldu.

İstanbul’da daha ilkin bir binanın elektrik ile aydınlatmasına rastlanmamıştı. Bu o dönem için büyük bir adım olacaktı.

Keza II. Abdülhamid’in güvenlik kaygısı İstanbul’a elektriğin geç gelmesinin sebebi olarak görülmeye devam ediyordu. Bu atılım ile bununla beraber elektriğin ilk kez binalarda kullanılması da yine gündeme gelmişti. Bu sayede Osmanlı Bankası da dahil olmak suretiyle gücü olan birçok müessesenin binalarını elektriklendirmeye başlandığına tanık olundu.

Elektrik ile aydınlatmanın azca da olsa kullanılmaya başlanması, II. Abdülhamid’in mevzuyla ilgilenmesine vesile oldu. Bu ilgisi, elektrik hakkında informasyon sahibi olmak istemesine ve elektrikli aletleri kullanma arzusuna sebep olmuştu.

2. Abdülhamid’in ilgisinin git gide artması ile 1889 yılının mayıs ayında ilk elektrikli arabanın İstanbul’a gelmesi için sipariş verildi. Vapur ile İstanbul’a gelmesi sağlanan elektrikli otomobil ile ilgisi daha oldukca artan II. Abdülhamid’in bu istekleri devam etti.

O devrin Paris şefi olan Münir Paşa vasıtasıyla bazı elektrikli aletlerin satın alımı devam etti. Münir Paşa, padişah için birçok satın alınan elektrikli arabaların ve aletleri bizzat takip etmekteydi. Bu satın alımların içinde o dönem elektrikli otomobiller, elektrikli fotoğraf makinesi ve elektrikli şamdanlar bulunmaktaydı.

Abdülhamid bir taraftan da İstanbul’un elektrikle aydınlatılmasını temin etme çabasını devam ettirmekteydi. O dönem İzmir şehrinin elektriklendirmesi için görüşülen Alman uyruklu Ferdinand’la İstanbul içinde görüşülmesini talep etmişti.

ikinci-abdulhamid

II. Abdülhamid Niçin Çekinmişti?

Avrupa’nın gelişmiş şehirlerinde 1880 yılından itibaren elektrik ile aydınlatılmaya başlanmış olmasına karşın, İstanbul o dönemlerde gaz lambası kullanmaktaydı. Birçok araştırmacı ve yazara gore bunun sebebi II. Abdülhamid’in elektrikle ilgili kaygılarına bağlanmaktaydı.

Elektriğin kullanımının artması ile beraber II. Abdülhamid elektriğin tehlikelerinden ve kazalarına sebebiyet verdiğinden bahseden yayınlarla ilgili araştırmalar yapılmasını emretmiştir.

Avrupa ve Amerikan gazetelerinde ara sıra elektriğin sebep olduğu kazaların yayınlanması bu mevzuda tedirgin olan II. Abdülhamid’i iyice tedirgin olmasına niçin olmuştu.

Yıldız Sarayı’nın elektrik müdürü ve o devrin fen müşaviri Emil Efendi ile gazeteleri incelediler ve Mekteb-i Sultanî ve Mekteb-i Endüstri fizik öğretmenlerinden alınan bilgiler ile kazalara sebep olan elektrik akımının 10.000 volt bulunduğunu gözlemlediler.

Meydana getirilen araştırmalar ve gözlemler sonucunda elektrik kullanılan yerlerde “kuran kontünü” isminde olan, azca tazyikli 110 voltluk elektrik enerjisi kullanıldığı ve bunun herhangi bir sakınca ya da çekince arz etmediği tespit edildi. Dolayısıyla kaygı edilecek bir şey yoktu.

II. Abdülhamid tüm bu tarz şeyleri göz önüne alarak elektrik kullanımına bazı sınırlar ve tedbirler koydurttu. Dışarıdan elektrik ithal etmek isteyenler, devlete nerelerde kullanılacaklarını ve sorumlulukları üstleneceklerini beyan edeceklerdi. Bu şartlar ile 1892 senesinde itibaren elektrik kullanımı bu şekilde var olmaya devam etti.

Elektrik artık yavaş yavaş kabul görmeye başlamıştı. Aydınlatmanın haricinde tıbbi alanda da elektrikli aletler kullanılmaya başlandı. Tıbbı alanda kullanılan elektrikli aletlerin İstanbul’a gelmesinde herhangi bir engel çıkartılmıyordu. 1905 yılına gelindiğinde elektrikli aletler tıbbi alanının haricinde da yer bulmaya başlandı.

Beyoğlu’nun bazı otellerinde ve dükkanlarında da elektrik kullanılıyordu. 1907 yılına gelindiğinde imkânı olan öteki müesseseler için elektrikli aydınlatma artık daha ihtimaller içinde haldeydi.

Neredeyse o devrin alışkanlığı haline gelmeye süregelen elektrik için artık rahatça tıbbi bir alet olduğuna bakılmaksızın kolay geçiş hakkı sağlanıyordu. 1907 yılının ağustos ayında artık tiyatro binalarında rahatça elektrik kullanılmaya başlandı.

II.Abdülhamid, aynı dönemde İstanbul şehrinin elektrikle aydınlatılmasına daha sıcak bakmaya başladı. O dönem için Tophane-i Amire’ye şehrin aydınlatılması için ayrıcalık verdi.

Birçok seçenek içinde en doğrusunun Tophane-i Amire olacağına kabul eden II. Abdülhamid tek başına kafi olunamaması durumunda Avrupa’daki firmalar ile iletişime geçilmesi ve şartların araştırılmasına izin verdi.

Elde edilmiş araştırmalar sonucunda Fransa’daki Mösyö Gaston dö Lamat şirketi ile görüşüldü. Firmanın gönderilmiş olduğu temsilci ile meydana getirilen müzakereler sonucunda 22 Haziran 1908 tarihinde anlaşmaya varıldı.

II.Meşrutiyet Periyodu İle Süregelen Elektrik Süreci

Fransız şirketi ile meydana getirilen antak kalma öteki firmalar içinde en uygun olanıydı. Fakat bu süre zarfında bazı siyasal vakalar patlak verdiği için bu anlaşmayı ikinci plana atılmak mecburiyetinde bırakıldı.

20. yüzyılın başlarında hem iç hem de dış bazı siyasal ve mali sıkıntılar yaşamaktaydı.

II. Meşrutiyetinin ilanından sonrasında İstanbul’a elektriğin getirilmesi ile ilgili gelişmeler o dönemde iktidarda olan İttihat ve Terakki Partisinin temayülleri doğrultusunda yürütülmeye başlandı.

II. Meşrutiyet döneminde Alman ve İngiliz şirketleri elektriği Osmanlı’ya getirebilmek için rekabete girdiler.

O dönemde Alman imparatoru olan II. Wilhem İstanbul’u ziyaretinde yanında getirmiş olduğu projeleri Sultan II. Abdülhamid’e sunmuştu. Alman Büyükelçiliği’nin katkılarıyla Selanik ve İzmir’de elektrik altyapıları kuruldu.

İstanbul için ayrıcalık talepleri devam etmekteydi. 1909 senesinde Mehmet Ali Bey ile Paşazade Fazıl Bey ve onlarla aynı amacı taşıyan Mösye Margee İstanbul’un elektriklendirilmesi için izin istediler.

Aynı şekilde o dönemde Mister Gaston Vreimann’ın girişimi ve İstanbul’un Elektriklendirilmesi Şirketi adıyla kurulan müesseselerden biri de başvuruda bulunmuş oldu.

Doğal bir tek bunlar değildi. İstanbul Kanal Şirketi, Anadolu Demiryolları Şirketi ile Mister Brown ve Bavarie de benzer taleplerde bulundular.

Bu tür taleplerinin yanında, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa Osmanlı hükümeti önderliğinde devletin menfaatlerini göz önünde bulundurarak en uygun şartları elde eden müesseseye izin verilmeseydi.

sadrazam-huseyin-hilmi-pasa

Tüm bu olayların ışığında kabul edilen, başkent olan İstanbul’un Galata, Beyoğlu ve Boğaziçi’nin Rumeli yakasını kapsayacak bir izin verilmesiydi.

İstanbul’da hummalı bir halde devam eden şehri elektriklendirme çabalarının yoğunlaştığı bu zamanda, bilhassa Beyoğlu civarındaki bazı ev sahiplerinin kendi imkanlarıyla konutlarında elektrik kullandıkları gözlemlenmeye başlamıştı.

Fakat hükümete gore, şehirde kullanılan elektrik kullanımı ve dağıtımı bir tek kamuya ilişik bir uygulamaydı. Ev sahiplerinin kendi evlerini elektriklendirme çabası kamu menfaatini zedeleyen bir davranış olarak görülmekteydi.

Hükümet aslına bakarsan kısa sürede şehirdeki her yeri genel aydınlatma yapımı için harekete geçecekti. Bu sebeple elektriğin devlet tarafınca üretilip dağıtılacağı zamana kadar konutlarda kullanılmasını yasakladı.

Konutlarda elektrik kullanımının yasaklanmasının devam etmesi ile kişisel hürriyetin engellendiğine dair şikayetler gelmeye başlamıştı.

Şikayetlerin daha oldukca yabancı uyruklardan gelmesi bir yana, devlet, şahısların elektrik kullanmasına karşı çıkmamalıydı. Bunun en büyük sebeplerinden biri ise Pera Palas Oteli’nin elektrikle aydınlatılması için lüzumlu benzinin yasaklanmasıydı.

Osmanlı Hükümetine gore Pera Palas senelerdir elektrikle aydınlanmaktadır. Burada esas değinilmek istenen nokta Pera Palas’ın elektriğini kesmek değil.

Aslolan yapılmak istenen elektrik için getirtilmiş olan ve 1910 Birçok kurum kendi elektriklerini kullanabilmek için benzinlerini binada saklamaya başlamışlardı.

Hükümet bu tehlikelerinin önüne geçebilmek için Çubuklu’da bir benzin deposu ayarladılar. Bunların yanı sıra konutlarda elektrikle aydınlatmanın yasak olması hala devam etmeydi. Meydana getirilen müzakereler sonucunda İstanbul şehri için elektrik kullanımının ne kadar mühim olduğu göz önündeydi. İlk planda şehrin Avrupa Yakasına elektrik getirilmesi planlar dahilindeydi. Eğer Avrupa Yakasına elektrik getirilirse bir tek binalar değil bununla beraber endüstri ve tramvaylar içinde elektrik kullanılabilecekti.

Bu gelişmeler neticesinde 1910 yılının Şubat ayında basına İstanbul’un elektrikle aydınlatılacağı ve tramvaylarında aynı şekilde elektriklendirileceği duyuruldu.

Alman, İngiliz ve Fransız firmaları mevzu ile ilgili ilgilenmek ve bir tek aydınlatma mevzusunda değil şehrin ulaşımıyla da ilgilenmek için rekabet halindeydiler. Basında Alman ve İngiliz şirketlerinin daha oldukca rekabet halinde olacağı halka haber verilmişti.

osmanli-anonim-sirketi

Nafia Nezareti tarafınca başvuran sekiz şirket incelendi. O devrin şartlarına en elverişli olanın Macaristan’ın Ganz şirketinin karşılayacağına karar verildi ve deklare edildi.

Böylece İstanbul’un Rumeli caddesinin elektrikle aydınlatılması ve tramvayların elektriklendirilmesi ile yetki Budapeşte’de bulunan “Société Anonyme d’Electricite Ganz” Şirketi’ne verilmesi kesinleşti.

Verilen iznin süresi 50 yıldı. Başlangıçta bir tek İstanbul’un Rumeli yakasında bulunan 1’den 12’ye kadar Şehrementi Belediye Daireleri ile Yeniköy’de bulunan 20’inci dairesi içinde olan öteki mıntıkalar İstanbul Havagazı Şirketi’ne aitti.

Elektrik Şirketinin Kurulması ve Şehrin Elektriklendirme Faaliyeti

İmtiyaz sahibi olan Ganz şirketinin en önce altı ay içinde bir Osmanlı anonim şirketi oluşturması gerekiyordu.

Bunun için süratli bir hazırlığa girişildi. La Société Anonyme d’Elecricité Ganz, La Société Anonyme de pour Entreprise d’Elecricité et de communications, La Banque de Bruxelles, La Banque Generale de Credit de Hongrois, La Maison Giros et Loucheur şirketleri ile 1911 yılının Nisan ayında oluşturuldu. Bu kurulan müesseseye ise “Osmanlı Anonim Elektrik Şirketi” adı verildi.

1911 yılının Eylül ayında Union Ottoman Société d’Intreprises Electriques à Constantinople (İstanbul Konsorsiyumu) adı altında Tünel, Tramvay ve Osmanlı Anonim Elektrik şirketlerini bünyesinde barındırmak için bir ortaklık oluşturuldu. Ortaklık Alman, Fransız, Belçika, Macaristan ve İsviçreli gruplardan meydana gelmekteydi.

Kurulan bu Konsorsiyumun amacı şehrin ulaşım ve elektriklendirilmesi ile ilgili her türlü girişimleri yapmak ve sektörü denetim altına almaktı.

1911 yılının eylül ayında elektrik fabrikasının kurulması için çalışmalara başlandı. Bunun için Haliç’te Silahtarağa’da Kağıthane ve Alibeyköy dereleri ağzında 118 metrekarelik bir alanda kurulması için sözleşmeler yapılmış oldu.

Bu sözleşme gereği elektrik donanımının 1913 yılının haziran ayında tamamlanacaktı. Çevre kirliliğinin önüne geçilmek için Boğaziçi ve çevresine izin verilmiyordu.

Kurulan Yapınak, kömürü yakarak elektrik enerjisine çevirecekti. Elde edilmiş bu elektrik enerjisi tramvaylarda kullanılacak, endüstri tesislerine sağlanacak, ek olarak yeraltı ve hava hatları ile şehre elektrik dağıtılacaktı. Elektrik Fabrikası ile ilgili adımlar atılmaya devam ederken 1912’senesinde cadde ve meydanlar hala havagazı ile aydınlanmaktaydı. Tarihler 1913’ü gösterdiğinde elektrik fabrikasında emekler ilerlemişti.

silahtaraga-elektrik-fabrikasi

Fakat o dönem çıkmış olan Balkan savaşı ve akabinde gerçekleşen sel felaketi sebebiyle fabrikanın bir bölümünün hasar görmesine ve fabrikanın açılmasının da sekteye uğramasına niçin oldu.

1914’ün şubat ayında tesisatını anca tamamlayabildi. 11 Şubat 1914 günü şehrin tramvaylarına, 14 Şubat da ise şebekelere, hususi tesisata ve ne kadar hususi müessese var ise hepsine cereyan verilebildi.

11 Şubat 1914’te artık tam anlamıyla faaliyete başlamıştı elektrik fabrikası. Faaliyete giren elektrik fabrikası her biri 5000 kw olan 3 turbo üreteç grubu ile 12 – 13.000 kilo buğu verilecek altı kazan ile donatılmıştı.

İşletmeye alınan elektrik fabrikası bir yıl sonrasında “Societe Financiere de Transport et d’Enterprises Industrielles a Bruxelles” şu demek oluyor ki Sofina şirketine devredildi.

Bu şirket “Osmanlı Türk Elektirk Şirketi” adı altında şehrin gereksinimlerini devem ettirmek adına faaliyetini devam ettirmeye devam ettiler. İstanbul’da ilk elektrik üretimin adımı 1914 senesinde başlamış olsa bile elektriğin kullanımı sadece 1920’li yıllarda gerçekleşti.

Kaynakçalar

  1. Doğan Kuban, “Aydınlatma”, DBİst.A, I, 475.
  2. Mehmet Mazak, “Dersaadet Sokak Aydınlatmasında Havagazı”, İstanbullu, İstanbul 1999, sy. 5, s. 75.
  3. Dünya Başkenti İstanbul’da Doğalgaz, ed. Hüseyin Aykut, İstanbul 2007, s. 144.
  4. M. Rıfat Akbulut, Cem Sorguç, “Gazhaneler”, DBİst.A, III, 378.
  5. Binnur Kıraç, Mevlude Kaptı, “Monografik Bir Emek harcama: Silahtarağa Elektrik Fabrikası”. Zamanı, Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu VIII: Tebliğler, İstanbul 2004.
  6. “İETT Zamanı: Elektrik”, İETT Dergisi, 1956.
  7. TEAŞ, Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri, Ankara 1998.
  8. Ameli Elektrik, 1934.
  9. TEAŞ, Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri, Ankara 1998.
  10. Süreyya İlmen, Teşebbüslerim ve Reisliklerim, İstanbul 1949.