Asıl adı Muhammed Said, babasının ismi Şeyh Muhmud’tur. Palu’da doğup büyümüş, sonra Erzurum’un kazası Hınıs’a yerleşmiştir. Medrese tahsilinden sonra kendini talebe yetiştirmeye vermiş, İslâmî ilimler sahasında yörenin öne çıkan isimlerinden biri olmuştur. Hem müderris, öldürüldüler? hem de Nakşibendî şeyhi olarak çevresinden 174 hürmet ve itibar gören Şeyh Said; cumhuriyetin ilanı, hilâfetin kıldırılması ve bir takım yeni kanunlar çıkartılarak laik bir düzene doğru gidilmesi karşısında, doğu vilâyederinin çoğunu
kapsayan bir isyan başlatmış, kurulan cumhuriyet hükümetine ve başında bulunan zata kıyam edilmesi gerektiğini belirterek harekete geçmiştir.

13 Şubat 1925 tarihinde başlayan bu isyan hareketi kısa sürede büyüyüp genişlemiş, Şeyh Said’e bağlı kuvvetler Hani, Piran, Elazığ gibi yerleri ele geçirerek Diyarbakır’a doğru ilerlemeye başlamışlardır. Onların bu hareketleri karşısında hemen Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkartan ve 12 il ve 2 ilçede sıkıyönetim ilan
ederek, askerî harekata başlayan İsmet İnönü hükümeti, isyanı bastırmak için bütün kuvvetiyle bölgeye yüklenmiştir. Sonunda Şeyh Said, en yakın adamlarından biri olan bacanağının ihbarıyla bulunduğu yerde yakalanmış ve diğer isyancılarla birlikte Diyarbakır’a getirilerek, bu iş için tesis edilmiş olan Şark İstiklal Mahkemesi önüne çıkarılmıştır. Bu sıralarda 60 yaşını biraz geçmiş bulunan Şeyh Said ve arkadaşları kısa
süren bir sorgulamadan sonra idama mahkum edilmişler ve 29 Haziran 1925 gecesinde hüküm infaz edilmiştir. O gece Şeyh Said’le birlikte idam edilenlerin sayısı 48’dir.
Şeyh Said’in idam sehbasına yürürken “Zalim ve katillerle elbette Mahşer Günü’nde hesaplaşacağız!”
dediği rivayet edilir. Zaten mahkeme zabıdarından anlaşıldığına göre O, savunmasının tümünde pervasız bir tavır sergilemiş, davasının haklılığına olan inancından hiç vazgeçmediğini göstermiştir.