Almanların yenilebileceklerine olasılık vermeyen Enver Paşa’dan bugüne oldukca şeyler değişti. 2. Dünya Savaşı’nın arkasından içine düştükleri ezikliği, ülkelerini ayağa kaldırmak suretiyle giden Türk işçileri karşısında atmaya çalışan Almanların, 31 Mart vakası ve Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na sürüklenmesi dahil pek oldukca karanlık hadisenin içinde parmakları bulunduğunu görmemek için kör olmak gerek.

Cumhuriyet’in müessese yıllarında Almanya’yla içine girilen ekonomik, kültürel ve ideolojik yakınlaşma baş döndürücü boyutlara ulaşmıştı. Bu yıllara ilişkin üstü örtülmüş yada fark edilmesi istenmemiş o denli bolca araç-gereç var ki! Bunlar hakkıyla ortaya konulduğunda Türkiye’nin Nazi Almanya’sından ne kadar oldukca etkilendiği ve örnek olarak Mustafa Kemal Atatürk öldüğünde rakipsiz en büyük tecim ortağının Almanya olduğu görülecektir.

Bu bilgiler de, ilişkileri Hitler’in Mustafa Kemal Atatürk’e hayranlığından ibaretmiş benzer biçimde göstermeye çalışan resmî yaklaşımın sırrını dökecek ve Savarona’nın alınmasından Çankaya Köşkü’ndeki Hitler’in imzalı fotoğrafına dek uzanan oldukca karmaşık bir birlikteliğin pimini çekecektir.

Almanya’nın 1917’de Von Kühlmann adlı büyükelçisi vasıtasıyla Osmanlı’nın Harf İnkılabı ihtiyacını gündeme getirmesi ilginçtir. Daha Arap harflerinin kullanıldığı 1926’dan başlayarak Harf İnkılabı’na dair gelişimleri yakından takip eden Büyükelçi Nadolny ise Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya’da Alman alfabesine dayalı bir harf inkılabı yapılması için kulis faaliyetlerine adım atmıştır. Bu gerçekleştiği takdirde Alman kültürü yayılacaktır.

Aynı büyükelçinin en büyük korkusu ise Türklerin Fransız alfabesini kabul edip esasen tesirinde bulundukları Fransa’nın nüfuz alanına girmeleri ve Almanya’dan kopmalarıdır. Bunun için ne yapmış olup edip Almancanın, o da eğer olmazsa Almanya tesirindeki Macarca benzer biçimde Doğu Avrupa alfabelerinin benimsenmesini sağlamak gerekir.

Devrimden sonrasında sevinçle şöyleki yazar: Yeni alfabenin sesli harfleri tamamen Almancadan alındı. Kelimeler konuşulmuş olduğu benzer biçimde yazılıyor. Türkler Fransız kültür çevresinden uzaklaşıp Almanya’nın etkili olduğu Doğu Avrupa çevresine girdiler. Bu, Almanya’nın menfaatinedir. Nadolny’ye bakılırsa bu tarz şeyleri meydana getiren Gazi Mustafa Kemal, Rusların Deli Petro’su benzer biçimde Asyalı halkını kamçıyla Avrupalılaştırmaktadır!

Hitler’in Türkiye planı

Peki Cumhuriyet’in ekonomik performansında Almanların görevi neymiş? Öğrenmek için Prof. Yahya Sezai Tezel’e kulak verelim:

“Nazi Almanya’sının 1930’larda Türk dış ticaretinin neredeyse yarısını ele geçirmesi yepyeni bir durum yaratmıştı. Almanya ile meydana getirilen tecim, Nazi hükümetinin denetimi altındaydı. Almanlar Türkiye’den, sattıklarından daha oldukca mal ithal edip mühim borç bakiyeleri biriktirerek, Türkiye’yi dünya piyasalarında eli kolu bağlı bir duruma düşürdüler. 1930’lar Türkiye’sinde Nazi metropolü mübadele ilişkileri vasıtasıyla Türkiye ekonomisi üstünde, bir paracı metropole bağımlılık açısından başka hiçbir dönemde görülmemiş bir tesir gücü elde etti.”

Weimar ve Nazi Almanya’larının harfler ve ekonomiden başka yaşamın derhal tüm alanlarında tesirleri görülmüş. Neler mi? Şunlar örnek olarak:

İçişleri Bakanlığı’nı tekrardan yapılandırmak için iki uzman; Ziraat Bakanlığı’na bağlı hayvancılık genel müfettişi; devlet fabrikalarına uzman; Harita Genel Müdürlüğü’ne mühendis; kimya, orman, sıhhat, tabanca, inşaat, meteoroloji, güvenlik vs. uzmanları ile Yüksek Ziraat Enstitüsü müdürü ve 4 öğretim üyesi Almanya’dan çağrılmış. Ordumuzda görevli Alman subayları saymadım daha. Yeni kurulan ve ortak olan Alman şirketlerini de. Lufthansa’nın 1939 anlaşmasıyla Türkiye’nin hava trafiğinde tekel kurmasını hatırlatıp geçelim. 1927’de Deutsche Bank’a camisiyle beraber satılan Elazığ’ın Maden ilçesindeki bakır arazisi benzer biçimde örnekleri eklediğinizde durum garip bir hal alır.

‘Türkiye’nin kuruluşunda Almanya bu kadar belirleyici miymiş?’ sorusu akıllara takılır ister istemez. Fakat durun, devamı var.

1933’te iktidar olan Nazi Almanya’sına geldiğimizde ilişkiler hızlanıyor. İtfaiye uzmanı Weinmayer geliyor. Onu senfoni orkestrasının başına Praetorius’u, konservatuvarın başına da Hindemith’i getirmemiz izliyor. Carl Ebert, tiyatro danışmanımız oluyor ve Fransızları ülkeye sokmamak için cansiperane bir savaşım veriyor. Denizaltılar ve donanmada çalışan Alman uzman ve subaylar cabası. Çukurova’da makineli tarıma geçilmesinde de etkili oluyorlar.

Basına rüşvet dağıttırmıştı

Türk ordusunda görevli subaylar Alman nüfuzu için çalışıyor, ordunun Alman askerî sanayiine bağımlı kılınmasını amaçlıyorlar. “Almanya’nın hedefi, Türkiye’nin askerî alanda da Alman etkisine girmesini ve dış politikasını buna bakılırsa düzenlemek zorunda kalmasını sağlamaktı.” diyen Cemil Koçak’ın hükmü şu: “Nazi iktidarı döneminde, Almanya’nın siyasal, kültürel, askerî ve ekonomik amacı, Türkiye’yi her bakımdan Almanya’ya bağımlı bir ülke haline getirmektir.”

Türk basını üstünde tekel kurmaya kalkmıştı Hitler. Bu amaçla Alman şirketleri basınımıza yüklü miktarlarda reklam verdiler, büyük Alman şirketleri gazete kâğıdı gereksinimlerini İngiltere ve Fransa’ya oranla düşük fiyatlar vererek karşıladılar. 1939’a geldiğimizde basınımız kâğıtta Almanya’ya bağımlı hale gelmişti. Hatta Hitler Almanya’sı rüşvet çuvalının ağzını açmış, basını denetlemek suretiyle gazete sahipleri, yazı işleri ve köşe yazarlarına milyonlarca markı sebil ediyordu.

Üniversite reformunda sokağa atılan hocalarımızın yerine Alman/Yahudi profesörlerin ikame edilmesini hatırlatmakta yarar var. Ankara’nın kent planını meydana getiren Jansen ve bakanlıklar mimarı Holzmeister benzer biçimde parlak adlar, Troost, Speer, Egli, Elsaesser ve Bonatz benzer biçimde mimarlar ne güne duruyor?

Bıktırmamak için kesiyorum. Bir tek şu Mustafa Kemal Atatürk heykellerine bakın. Sarayburnu’ndaki ilk heykeli meydana getiren Krippel, Hanak ve ölünce yerine gelen Thorak (ki Hitler’in resmî devlet sanatçısı olmuştu ve Itimat Anıtı’ndaki o kaba Nazi figürlerini miras bırakmışlardı Ankara’ya), Canonica (İtalyan’dı fakat Mussolini’nin adamıydı). İnönü ise heykelini Viyanalı Belling’e sipariş etmişti.

Seneler ilkin bir sanat eleştirmeni, Almanya’da Naziliğin, İtalya’da faşizmin heykel ve anıtları yıkıldığı halde bu sanatçıların eserlerinin her nede olsa Türkiye’de yaşamaya devam ettiğini şaşkınlıkla dile getirmişti. Adnan Adıvar’ın söylediği benzer biçimde Türkiye bir periyodu donduran büyük bir anıt-kabire mi dönmüştür yoksa?

Kaynak: R. Çalık-A. A. Baltaoğlu, “Alman kaynaklarında Türk Harf İnkılâbı ve Yankıları”, Mustafa Kemal Atatürk Yolu, Mayıs-Kasım 2011; Y. S. Tezel, Cumhuriyet Sürecinin İktisadi Zamanı, 1994; C. Koçak, Türk-Alman İlişkileri, 2013; Y.Ögüldür, Türk-Alman İlişkileri, 1993. O. Taylan, “Türkiye’de Nazi Heykelciliği”, Sanat Emeği, Mart 1978.