Korku duvarı er geç yıkılacak ve yakın tarih değişecek derken dudak bükenler Mustafa Kemal Atatürk döneminde adı dahi geçmeyen Hasan Tahsin’in sonradan resmi tarihe iyi mi yamandığını unutuyorlar. Demek ki tarih değişebiliyor, olmayan içeri girebildiği şeklinde Selahaddin Adil gibiler de ustaca siliniyor.

Osman Nevres yada Hasan Tahsin. Selanikli Sabetayist (dönme) bir aileden geliyor. İttihat ve Terakki’ye fedailik yapıyor, Bükreş’te İngiliz siyasetçisi Buxton kardeşlere düzenlemiş olduğu suikasttan sonrasında yakalanıp ağır hapse mahkum ediliyor fakat Galiçya seferinde Bükreş’e giren Alman-Osmanlı askerleri yardımıyla hapisten kurtuluyor ve İzmir’e gidiyor. “Hukuk-ı Beşer” gazetesini çıkarırken 15 Mayıs 1919 günü Yunan askerlerinin açmış olduğu ateş sonucunda yaşamını kaybediyor.

Bildiklerimiz kabaca bunlar. Bu yönleri üstünde 2009 ve 2012 yıllarında iki yazı ile Hasan Tahsin’in 1) Kahraman mı yoksa provokatör mü? olduğu sorusunu sormuş, 2) İlk kurşunu attığına hiçbir somut kanıt olmadığını yazmıştım. Yakınlarda Erdoğan Sorguç adlı İzmirli araştırmacının “ilk kurşun” meselesinin peşine düştüğünü öğrendim. Sorguç derhal tüm kaynakları tarayarak Hasan Tahsin efsanesinin iyi mi yapım edildiğini “İlk Kurşun’un Seyir Defteri” adlı kitabında ele almış.

Kitabı okuduktan sonrasında aynı kanaate vardım: Artık başbakanlar ve Meclis başkanları 15 Mayıs günlerinde Hasan Tahsin’in şehit edilişinin yıldönümünü kutlamaya son versinler. Bilsinler ki 1970’lerde meydana getirilen bir idrak operasyonunun kurbanıyız. Ne resmi, ne de gerçek tarihte Hasan Tahsin’in ilk kurşunu, bırakın ilki, kurşun attığına dair somut belge yok. Tek bildiğimiz aynı gün ölü bulunmuş olduğu.

Bu sunturlu hurafeden nihayet kurtulmaya başlıyoruz galiba. Nitekim Konak meydanındaki anıtın üstünden sessiz sedasız “İlk Kurşun Anıtı” yazısı çıkarılmış. Hayra alamettir ve tarihin normalleşmesine dönük bir adımdır. İstanbul Bülbüldere’deki Sabetayist mezarlığında hatırasına yapılmış bir mezarı bulunan Hasan Tahsin heykelinin kaldırılması ve yerine ille yapılacaksa gerçek şehitlerimizin sembolü olarak Albay Süleyman Kurtarılışı’nin heykelinin yapılması atılacak adım olmalı.

Bazıları soruyor: Niçin yakın tarih üstünde bu kadar duruyor ve tabulara dokunmakta ısrar ediyorsunuz? (Doğal bu şekilde nazikane değil, köpürerek.) Diyorum ki, evet başka mühim mevzular var fakat bizim konjonktürel değil, yapısal derdimizi halletmemiz lazım. Bu ülkede Bediüzzaman’ın söylediği şeklinde “bir zındıka komitesi” üstünden İslam’a bir oyun oynandı; 90 yıl sonrasında bazı perdeleri değişse de oyunun kendisi halen hem de devlet eliyle ve diretmesiyle sahnelenmekte (katılmamak şeklinde bir seçeneğiniz de yok). İşte bu oyunu bozmalıyız aslolan.

Erdoğan Sorguç 1919 Mayıs’ındaki gazete, rapor ve tanıklara kadar uzanarak o tarihten bu yana Hasan Tahsin’in belgelerdeki izini sürmeye kalkmış. 1942’ye kadar adı yalnız İzmir’de şehit edilenler içinde geçerken Rahmi Apak’ın hatıratındaki bir ifade çarpıtılarak “Yunan’a ilk kurşunu sıkan kahraman” haline getirildiğini görüyoruz.

İşgal esnasında İzmir’de bulunmayan Apak, herhangi bir belge yada kanıt göstermeden yalnız kendisine anlatılanları nakleder, “Bu silahı Hasan Tahsin isminde bir gencin patlattığını ve kendisini de orada Yunan askerlerinin öldürdüğünü hepimiz söylüyor.” der. İşte Hasan Tahsin’in ilk kurşun efsanesi bu şekilde başlıyor, 50’li ve 60’lı yıllarda bu cümle kanıt sayılıyor ve 70’lerin başlarında heykele giden yola taşlar döşeniyor.

Dert şu: Ulusal Savaşım Karabekir’in Doğu cephesi yok sayılarak İzmir’de ve Yunanlara karşı başlatılmalı, başlatan da gazetesinde bayanların açılıp saçılması şeklinde ‘laik’ fikirlere haiz bir Sabetaycı olmalıdır. Genelkurmay Başkanlığı bile ilk kurşunun Hatay’ın Dörtyol ilçesinde atıldığını tescil ettiğini ve bizzat Gazi’nin Söylev’ta Hasan Tahsin’in adını dahi anmadığını biliyoruz. Gene Söylev’ta ilk kurşunun 28 Mayıs 1919’da Ayvalık’ta Ali Bey tarafınca atılmış olduğu “Bu tarihe kadar Yunan kıtaatı hiçbir tarafta ateşle mukabele görmemişti.” sözleriyle dile getirilmişti.

O vakit soralım: İlk Kurşun Anıtı da, Yunan’a ilk kurşunu attığı ders kitaplarına kadar sokulan Hasan Tahsin de Söylev’u yalanlamaktadır. “28 Mayıs’a kadar Yunan’a ateş açılmamıştı.” diyen Gazi mi gerçeği anlatmaktadır yoksa Yunan’a ilk kurşunun18 Mayıs’ta atıldığını yazan sözde Kemalistler mi? Daha yalın soralım: Mustafa Kemal yalan mı anlatmaktadır?

Süleyman Kurtarılışı

Aslına bakarsak İzmir’in işgali esnasında heykeli dikilecek biri var ise Albay Süleyman Kurtarılışı’dir. Asker Alma Dairesi Başkanı olan Kurtarılışı Bey’in niçin kahraman yapılmadığını ve ilk kurşun anıtındaki şehitler arasına adının niçin yazdırılmadığını aşağıdaki parçayı okuyunca siz de anlayacaksınız. Asla resmi tarihe yakışır mıydı Kur’an okuyan, palikaryaların dipçikleri altında bile “Yaşasın Müslümanlık” diye bağıran ve padişahın giydirdiği üniformayı ölümü pahasına çıkarmayı reddeden birini kahraman duyuru etmek? Laik ve İttihatçı bir kahraman bulunmalıydı.

Süleyman Kurtarılışı Bey’in suçunun ne işe yaradığını, 1920 yılındaki “İzmir’de Neler Oldu?” başlıklı kitapçıktan öğreniyoruz. (Kurtarılışı Bey’in bir özelliği de İstanbullu bir şeyhin oğlu olmasıdır, diyelim de, anlayın vaziyeti.) Kitapçık içli bir üslupla gerçek bir Osmanlı subayının iyi mi kahramanca şehid bulunduğunu anlatır:

“Süleyman Kurtarılışı Bey Yunan’ın İzmir’e çıkmış olduğu gün kışlada Kuran-ı Kerim okurken Yunanlıların hücumuna maruz kalmış ve elinden Kur’an-ı Kerim’i alıp (haşa) ayaklarıyla çiğnemeğe süregelen bir Yunan subayına vurmuş olduğu bir tokattan dolayı ilk şehadet süngüsünü omuzu üstünden almıştır. Bu arslan, yarasının kanlarına bakmaksızın eğilerek o kutsal Kur’an-ı Azimüşşan’ı yerden almış ve omzundan akan kanlara karıştırdığı gözyaşlarıyla ıslatarak öpüp başına koymuş ve bu sırada etrafını alan 20 kadar Yunan asker ve subayının ikinci bir hücumuna maruz kalmıştır.

Odaya giren askerler merhuma ellerini kaldırmalarını emretmişler. Demiştir ki: “Ben bir kumandan ve albayım. Amirimden başkasından komut almam.” Bu söz merhuma ikinci bir süngünün daha yara açmasına sebep olmuştur. “Üniformalarını çıkar!” teklifine karşı o kutsal şehid şu cevabı vermiştir: “O üniformayı bana padişahım taktı, sadece onun emri çıkartır.” Yunanlılar azgın birer canavar şeklinde merhumun üstüne çullanarak üniformalarını parçalamış ve belinden çıkardıkları kayışla kafasını gözünü birkaç yerinden yarmışlardır. Dördüncü teklif şuydu: “Zito (yaşa) Venizelos diye bağıracaksın!” Bilhassa bu son teklife “Yaşasın Osmanlılık, benim kanımın döküldüğü bu topraklar inşallah size gömüt olacaktır.” diye yanıt vermiş, bu yanıt üçüncü bir süngünün daha vurulmasına sebep olmuştur.


Süleyman Kurtarılışı Bey’in bakımsız ve kırık mezarı.

Yüz binlerce halkın içinde dipçiklenen bu yaralı arslan her teklife, “Yaşasın Müslümanlık” yanıtını ve her defasında bir dipçik, bir süngü yarası ala ala kanlar ve çamurlar içinde tam otuz dakika Kordon’un kaldırımlarını kutsal kanıyla sulaya sulaya vapur iskelesine kadar gelmiştir. Burada sekizinci yarayı almış ve takati kesilerek kıbleye dönmüş ve “Tanrı’ım, sen Müslümanları bu cellatlardan kurtar!” duasını müteakip yüzükoyun secdeye kapanmıştır. O aralık yetişen Amerikalılar Kurtarılışı Bey’i al kanlar içinde hastahaneye götürmüşlerdir. O çok önemli şehid bigün sonrasında orada gözyaşları dökerek ve ehl-i İslam’ın selameti için dualar ederek Tanrı’ına temiz ve muhterem ruhunu teslim eylemiştir (Rahmetullahi aleyh).”

Kur’an’ını düşman çizmesi altında çiğnetmemek, din ve devletinin itibarını korumak uğruna şehid olmayı bir onur bilen Süleyman Kurtarılışı Bey’i İzmir’in işgalini anarken unutmak bizlere yakışıyor mu? Yakışıyor ve daha ne unutulan gerçek kahramanlarımız var. Düzmece kahramanlardan kurtulmanın vakti geldi de geçiyor bile.