Londra hakkında nereden yazmaya başlayacağıma asla güvenli olamıyorum. Sizi içine çeken kozmopolit yapısıyla yabancı hissetmeyeceğiniz dünya şehirlerinden biri. Kültür, tarih, eğlence ve pop kültür açısından İngiltere’yle ilgili tüm beklentilerinizi karşılayacak.

Yalnız bir yerden bir yere gitmeye çalışırken Sherlock Holmes temalı müze ve dükkanlarla dolu Baker Street’ten geçebilir ya da Metrodan indiğiniz King’s Cross Durağında Harry Potter’ın meşhur Peron ¾ fotoğraflarının çekilmiş olduğu duvarı ve kalabalığı görebilirsiniz. Her yerde karşınıza çıkan kırmızı telefon kulübeleri ve en ucuz ulaşım yöntemi olan iki kattan oluşan otobüsler. Doctor Who fanatikleri dikkatli bakarlarsa mavi polis kulübelerini de gözden kaçırmayacaktır. Her anı bir fotoğraf karesi olan bu şehrin sürükleyiciliği ve büyüleyiciliğine kapılıp savrulmak oldukça iyi bir gezme yöntemi. Gene de evinize döndüğünüzde aslına bakarsak dolaşmak istediğiniz bölgeleri gezemediğinizi fark edip derin bir üzüntüye kapılmamak için Londra, gitmeden ilkin kesinlikle bir seyahat planı yapmanız ihtiyaç duyulan bir kent.

Erasmus Talebe Değişiklik Programı’yla Birleşik Krallık’a gelmiş bir Güzel Sanatlar Fakültesi talebesi olarak, elimde uzun bir gezilecek galeri ve müzeler sıralaması vardı. Yararlanabileceğim tüm indirimlerden yararlanmak için talebe indirimi olan galerilerin talebe kartlarını elektronik olarak çıkarttım. Gezdiğim bir çok müze ve galerinin kalıcı koleksiyonlarını dolaşmak hepimiz için parasız olsa da ilgimi çeken etkinliklere ve sergilere indirimli girmek için bilet alırken PDF’lerini telefonumda taşıdığım bu talebe kartı kimlik numaralarını kullandım. Ek olarak haftalık otobüs bileti alarak hem Londra’nın sokaklarını gördüm hem de ilgimi çeken parklarda, sokaklarda ve dükkanlarda inip oralarda gezdikten sonrasında yeniden yolculuğuma devam etme fırsatım oldu.

Oldukça gelişmiş bisiklet yollarına ve trafikteki kuralları yardımıyla rahat bisiklet kullanımına karşın, aralık ayında neredeyse daima yağmurlu olan Londra’da bisiklet kiralamak ne kadar bisiklete binmeyi sevsem de gözümün yemediği bir ulaşım yöntemi oldu. Başka bir yazımda kesinlikle anlatmak istediğim üniversitemin olduğu Aberystwyth şehrinden Londra’ya, Victoria Coach Station’da otobüsten inerek ulaştım.

Trenle ulaşım yapmanın daha keyifli ve bir şehre varmanın en güzel yollarından birinin büyüleyici tren garları ve kent merkezlerinde oluşundan bahsedip dursam da, bir taraftan Pound’un durumu, bir taraftan otobüs ve tren biletleri arasındaki fark, tutumlu gezme huyumun ağır basmasına niçin oldu. Buna karşın otobüs terminalinin çevresinde beni karşılayacak arkadaşımı beklerken gördüğüm Mozart heykeli ve peşinden çevrede yürürken karşılaştığım “Mozart’ın yaşamış olduğu Ev” levhasıyla Ebury Sokak’taki mükemmel ev, o anlık beni etkilemeye yetti.

National Gallery

Norwood’daki evime yerleştikten sonrasında ilk gittiğim yer National Gallery oldu. Hem şehrin oldukça merkezinde oluşu hem de 700 senelik sanat eserleriyle; Leonardo da Vinci, Paul Cezanne, Claude Monet, Rubens, Rembrandt, Vincent van Gogh’un Ay Çiçekleri şeklinde inanılmaz derecede sanat tarihinde yeri olan dünya çapındaki ressamlarla dolu bu müze yaşam değiştiriciydi. İlk akla gelenleri yazdıktan sonrasında geriye kalan ressamlar Diego Velazques, Canaletto, Botticelli… Burada yazmadığım birçok inanılmaz ressam ve fotoğraf de bu müzedeydi.

Sanat tarihiyle ilginiz olmasa bile The National Gallery, Londra’ya uğradığınızda gitmeniz ihtiyaç duyulan yerlerden biri. Pandemi sebebiyle kısıtlı ziyaretçi aldıklarından, evvelinde sitelerine uğrayarak giriş koşullarını denetim etmekte ve parasız olan giriş biletini almanızda yarar var. Ek olarak parasız kalıcı serginin haricinde gideceğiniz tarihlerde hangi sergilerin bulunduğunu da sitelerinden denetim edebilirsiniz. Beğendiğiniz bir sanatçınız taslak defterlerinden kara kalem çizimlerine, almış olduğu notlara kadar birçok detayı bu sergilerde biz için düzenleyip bizim ziyaretimize hazır hale getiriyorlar.

National Portrait Gallery

National Gallery’den çıktıktan sonrasında oldukça acıkmıştım. Derhal tarafındaki National Portrait Gallery’ye gireceğimden fazla uzaklaşmak istemedim. Yakınlardaki kafelere göz attıktan sonrasında en talebe dostu çözümün süpermarketlerin birinden atıştırmalık şeyler almak olduğuna karar verip, açlığımı bastırmak için yakın bir Tesco’dan bisküvi ve elma aldım. National Portrait Gallery’ye geri dönerken bir taraftan elmamı yiyor, bir taraftan sokakları tüm detaylarıyla inceliyordum. Müzede 20. yüzyıl portreleri ve uygar sanat eserleri olsa da, ağırlıklı olarak İngiliz tarihinde yer etmiş mühim insanoğlu ve asil ailelerden gelen insanların portreleri vardı. Galeri ana koleksiyonundaki eserlerin ışığa hassaslığı sebebiyle koleksiyonlarını tertipli olarak dönüşüm halinde sergiliyormuş. Bu sebeple serginin tekrardan gezilebilirliği oldukça yüksek.

Galeri taşınması sebebiyle 2023 yılına kadar kapalı olacakmış. Bu sebeple ana koleksiyonlarını web sitesinden gezebilirsiniz. Zamanı ressamlar ve zamanı karakterleri görmek hem sanata hem de tarihe meraklı insanların ilgisini bir arada çekiyor. Ek olarak koleksiyonlarında birçok portre fotoğrafı bulunmuş olduğu için resimle ilgilenmeyen fakat fotoğrafa meraklı görsel sanatçıların da uğraması ihtiyaç duyulan bir müze bulunduğunu düşünüyorum. Kim bilir İngiltere gezinizi National Portrait Gallery açılana kadar ertelemelisiniz. Eğer bunu hesaba katmadan gezinizi planladıysanız gene de üzülmeyin, Londra’da gezilecek hakkaten oldukça fazla müze var.

Tate Britain ve Tate Çağıl

Onlardan biri de Tate Britain. Yanılmıyorsam büyük bir kısmı Britanyalı sanatçıların eserlerinden oluşuyor. Yalnız J. M. W. Turner’ın mükemmel eserleri, David Hocney’ın Splash’ı ve John Constable’ın inanılmaz görünüm resimleri bile bir tek saatlerinizi alacaktır. William Blake’in eserlerinin de bir çok ana koleksiyonda vardı. Ve benim ziyaretim esnasında ek olarak tüm eskizlerinin, şiirlerinin bulunmuş olduğu William Blake sergisine talebe indirimimi kullanarak girdim.

Tate müzelerinden bir diğeri ve görece kardeşlerine bakılırsa daha popüler olanı: Tate Çağıl. Sanat eserlerini görmek ve zaman geçirmek için mükemmel bir yer. 1900’lü yıllardan bu yana çağıl sanat anlayışıyla yapıt yapmış dünyanın her yanından sanatçıları kapsayan Tate Çağıl’de Henri Matisse’ı Pablo Picasso’yu, Claude Monet’yi, Andy Warhol’u, Marcel Duchamp’ı kısaca Empresyonizmi, Kübizmi, Dadaizmi ve daha birçok çağıl sanat akımını görmüş olacaksınız. Ve bu tecrübe, günümüzde sanat denince aklınıza gelecek her yapıt hakkında bir düşünce yürütebilmenizi sağlayacak.

Sergi salonu Mark Rothko’nun tabloları ile dolu. Telefonunuzun ekranından baktığınızsa anlam ifade etmeyen gelen bu tabloların sizi etkileyeceğine ve çağıl sanat mevzusunda fikirlerinizi değiştireceğine inanırım. Kim bilir, bir ihtimal bir iş görüşmesinde insan kaynaklarını bile etkileyebilirsiniz.

Royal Academy of Arts

Bir Güzel Sanatlar talebesi olarak Royal Academy of Arts’a gitmeden yapamadım. Hedefim koleksiyonları görmekten oldukça akademinin havasını solumaktı. Londra’da okuyan insanlarla tanışmak, öğrencilerin çalışmalarını görmek ve okulda dolaşmak oldukça hoştu ve her ne kadar girerkenki beklentim o yönde olmasa da, binden fazla sanat eseriyle karşılaşmak beni oldukça şaşırttı. Bilhassa Leonardo’nun Son Akşam Yemeği’ni görünce neredeyse aklım çıkacaktı fakat şaşkınlığım gittikten sonrasında bunun aslolan tablonun büyük bir kopyası bulunduğunu fark ettim. Siz de bu deneyimi yaşamak isterseniz parasız de olsa evvelinde bilet almayı ihmal etmeyin.

The Wallace Collection

Çağıl sanat sizi etkilemiyor olabilir. Kim bilir eserlerde anlam arayıp durmaktan artık sıkılıyor ve bakmış olduğunuzda dünyanın dertlerini değil de içinizi açacak görüntüler görmek istiyorsanız, The Wallace Collection kesinlikle gitmeniz ihtiyaç duyulan tek müze. Doğal ki Rokoko akımının bunlardan ibaret bulunduğunu söylemiyorum fakat Jean-Honoré Fragonard’un The Swing tablosuna bakıp mutlu olmayacak tek bir insan bilmiyorum.
Müzenin üst katlarına çıkarken merdivenlerin bir kenarında The Setting of The Sun, bir kenarında The Rising of The Sun tablolarını görmek ve bu iki François Boucher sanat eserine bakarak oturmak, oldukça duygusal dakikalar geçirmenize sebep olabilir.

Saatchi Gallery

Günümüz sanatını takip ediyorsanız kesinlikle tanıdığınız işlerin Saatchi Gallery’de sergilendiğini görmüşsünüzdür. Yukarıda yazdığım öteki müzeler şeklinde parasız olmayan Saatchi Gallery gene de gittiğiniz dönemde ne sergilediğine bakmak isteyeceğiniz yerlerden biri. Parasız olmasa da tutarları uygun olarak bu yer kim bilir tam merak ettiğiniz mevzularda bir koleksiyon sergiliyor olabilir.

Tüm bu müze ve galerileri gezdiyseniz ve hala doymadıysanız size üç öneride daha bulunacağım: Guildhall Art Gallery, Whiteshapel Gallery ve South London Gallery.

Guildhall Art Gallery’nin öne çıkan noktası Londra ile ilgili 250 binden fazla görsel bulundurması. Çeşitli temalara, sanatçılara yada etkinliklere bakılırsa gruplandırılmış bu fotoğraflar size keşke Londra’da yaşasaydım dedirtecek türden.

Whiteshapel Gallary birçok meşhur ressamın eserlerinin zamanında sergilendiği büyüleyici bir yer. Picasso’nun Guernica’sı 1939’da Whiteshapel’deydi. Jackson Pollock 1958’de… Frida Kahlo 1982’de… Ve kim bilir seneler sonrasında dünyayı kasıp kavuracak sanatçılar sizin Londra ziyaretiniz esnasında Whitechapel Gallery’de eserlerini sergiliyor olabilir. Bir göz gezdirmekte yarar var.

South London Gallery ise tüm sergilerini ücretsiz bir şekilde yapıyor. Londra’da bulunacağınız tarihlere bakılırsa, sergilere göz atmak ve orada bulunmak size oldukça şey katacaktır.

Banksy Graffitileri

Son olarak sergi yada galeri olmasa da hem Londra’yı gezmenin hem de çeşitli yerlerdeki Banksy Graffitileri’ni görmek için telefonunuzdaki haritalar uygulamasına Banksy yazmanız kafi.
River Thames kenarında bir yürüyüş yaparken Banksy’nin Balık Tutan Çocuk işini, Museum of London civarlarında Basquiat anısına yapmış olduğu graffitiyi, kent merkezinin birazcık haricinde Westbourne Park civarlarındaki ‘The Painter’ çalışmasını görebilirsiniz.

Graffitiye meraklıysanız Banksy Tunnel’deki graffitileri görmek için, Waterloo İstasyonu’ndan çıkınca sprey boya ve tiner kokusunu takip etmeniz kafi fakat siz gene de yanlış bölgelere sapmamak için haritalarda “Banksy Tunnel” yazabilirsiniz.