Kanal A Genel Yayın Yönetmeni Alper Tan, Musul operasyonu vesilesiyle bir kez daha gündeme gelen ‘Lozan‘ hakkındaki analizinde, Lozan’ın Türkiye’ye kazadırdıklarını ve kaybettirdiklerini değerlendirdi. İşte Alper Tan’ın o analizi:

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi Lozan çıkışının yansımaları devam ederken Türkiye tarafından yapılması planlanan Musul operasyonu vesilesiyle Lozan bir kere daha gündeme geldi. Yani tarihi gerçekler, Türkiye’nin peşini bırakmıyor ve bizi arkasından sürüklüyor..

Türkiye ile Irak arasındaki hudut problemleri Ankara Anlaşması ile 1926 yılında çözüme kavuşturuldu. Yani Misak-ı Milli toraklarının çok önemli bazı parçaları bu antlaşma ile elimizden çıkartıldı. Ankara Antlaşması’nın 5 Haziran 1926 tarihinde,“Türkiye ve Irak arasındaki siyasi sınırları belirlemek ve komşuluk münasebetlerini düzenlemek amacıyla”imzalandığı söylenir. Konuşulan, Türkiye-Irak sınırı. Ancak Antlaşma Türkiye ile İngiltere arasında imzalanıyor. Çünkü Irak’ın esas patronu İngiltere. Ankara’yı arkadan yönlendiren irada de Londra..

Düzmece hikayeler, sahte önderler, karalanan kahramanlar üzerinden anlatılan 20. yüzyıl tarihini yenibaştan gerçek belgelere dayalı olarak yazmak ve o dönemdeki olayları gerçek tarihe göre değerlendirmek gerekiyor.

Bu noktada ışık tutacağı umuduyla son günlerde yeniden alevlenen Lozan gerçeğini göstermesi bakımından bir belgeyi hatırlatmak istiyoruz. Sadece bu belgeye bakıldığında bile Lozan’ın ne büyük bir kayıp, ne vahim bir hezimet olduğu idrak edilecektir.

24 Temmuz 1923’te İsmet Bey, Türkiye’yi Londra’ya bağlayan teslimiyet senedini imzalamış ancak millete, bu teslimiyet senedi, Türkiye’nin tapu senedi gibi pazarlanmaya çalışılıyordu. Antlaşmanın yürürlüğe girmesi için TBMM’nin onaylaması gerekiyordu. Lozan Antlaşması 23 Ağustos 1923’te II.TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.

Ancak ülkeyi işgalci ülkelere peşkeş çeken Lozan Antlaşması’nın TBMM’de tartışılması, genel itibariyle dolaylı“atamayla” oluşturulmuş II. Meclis’te bile çetin mücadelelere ve itirazlara yol açtı.

Burada, sadece, daha sonra “Ramazanoğlu” soyadını alacak olan Mersin Milletvekili Niyazi Bey’in, Lozan Antlaşmasını TBMM’deki konuşmalarıyla paramparça eden ve reddeden o tarihi itirazına yer vereceğiz.

Kaynak, TBMM Zabıt Ceridesi, İçtima 7, cilt 1. Tarih Lozan Antlaşması’nın TBMM’de kabulünden 3 gün evveli, 21 Ağustos 1923. Bu veciz konuşmayı, doğallığını bozmadan, günümüz Türkçesi’ne sadeleştirmeden aktarıyoruz.

Niyazi Bey itirazlarını sıralıyor ve devamla şöyle haykırıyor. İbretle ve hayretle dinleyelim:

“Efendiler, Lozan Muahedenamesi şanlı büyük bir imparatorluğun hesabının tasfiyesini tazammun ediyor. Bu Muahedenamenin ahkâmı siyasiyesinde bizim Mısır ve Sudan’dan, Kıbrıs’tan, Adalardan, Trablusgarp’tan ve bütün kıta üzerindeki hukukumuzdan, unvanlarımızdan feragat ettiğimizi ifade ediyor.”

“Siz ki, efendiler! Bunlar için çok defa çırpındınız, siz ki Mısır için, Kıbrıs için kaç defalar didindiniz. Mısır dediniz, Kıbrıs dediniz, dedeleriniz, atalarınız bunlar için ne kadar uğraştı.”

“Efendiler! Yalnız bu kadar da değil; Muahedename dünkü bir imparatorluğun tasfiyesini de ihtiva ediyor. Filistin’den–Musul hariç olmak üzere–Irak’tan, Suriye’den ve bütün Arabistan kıtasından el çekmemizi tazammun ediyor… Bizim de umde ittihaz ettiğimiz ve her gün yirmi defa tekrarladığımız, bağırdığımız, çağırdığımız, âleme ilân ettiğimiz Misakı Millî’nin başlıca noktası bu değil miydi?.. Heyeti Murahhasa Reisi İsmet Paşa Hazretleri ki, Fransa Hükümeti tarafından ahiren neşredilmiş bulunan “Sarı kitap”taki zabıtnamelerde mündemiçti.”

“Birinci Lozan Konferansı’nın 23 Kânunusani 1923 tarihli Celsesinde buyurmamışlar mı idi ki, “ESKİ OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN HERHANGİ BİR KISMI ÜZERİNDE HİÇBİR DEVLETİN MANDASINI TANIMIYORUZ.”

Halbuki efendiler! Muahedenamenin 16’ncı maddesi beni düşündürüyor: “Türkiye işbu Muahedede musarrah hudutlar haricinde kâin bilcümle arazi üzerinde ve bu araziye mütaallik işbu muahede ile üzerlerinde kendi hakkı hâkimiyeti tanınmış olan adalardan gayri cezireler üzerindeki bu arazi ve cezirelerin mukadderatı alâkadarlar tarafından tâyin edilmiş veya edilecektir her ne mahiyette olursa olsun haiz olduğu bilcümle hukuk ve müstenidatından feragat ettiğini beyan eyler.”

“Ben, şimdiye kadar ilân ettiğimiz prensibe sadık kalarak, hak ve adalet düsturunda ısrar ederek diyorum ki, bu yanlıştır ve katiyen kabul edemem. Bizden ayrılan memleketler kendi mukadderatını serbestçe kendi iradeleriyle tâyin edecektir.”

“Sonra efendiler; bu Muahedename bizden imparatorluğumuzun yalnız gayri Türk aksamının ayrıldığını göstermiyor. Bu Muahedename; bilhassa kemali teessürle söylerim ki, aynı zamanda oldukça mühim miktarda, öz Türk memleketlerinin de mukadderatını tehlikeye ilka ediyor…”

“Bu muahedename bu şekli ile bence gayrikabili kabuldür… Ben teessürümün izalesini bu muahedenin tamamıyla reddinde buluyorum.”

Alper TAN

06.10.2016